T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 ARALIK 2005 ÇARŞAMBA | ||
|
İnanılır gibi değil. Şimdi de Avrupa parlamenteri joost Lagendjik'e 301'den dava açtılar. Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi etrafında olup bitenler, sistem ve zihniyet açısından ele alındığında Türkiye'de son dönemdeki en önemli ve en olumsuz gelişmeler... Ortada, sistematik suç duyurusunu iş edinmiş bir "hukukçu" grubundan başlayıp, yargının çeşitli kademeleriyle devam ederek normalleşen bir eğilim var. Bu eğilim siyaset, tarih ve kurumlarla ilgili eleştirel düşüncenin ifadesini ceza tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor... Sorun sadece bir hukuk ya da siyaset sorunu değil, aynı zamanda bir "zihniyet sorunu"... Bu sorun sadece yasa ve yasa koyucu ya da uygulama ve uygulayıcıyla karşımıza çıkmıyor. Bilinen ve tanınan kişilere yöneldiği oranda bu tür dava ve soruşturmalarda, "kamuoyu yargısı" da devreye giriyor. Ve "bu yargılar suçtan değil, suçlanan kişiden hareketle şekilleniyor". Suçlanan kişiden siyaseten hoşlanmayanlar ona yönelik soruşturmayı doğal buluyor, doğal buldukça ifade özgürlüğüne yönelik tehditleri sıradanlaştırıyor. Örneğin Orhan Pamuk'tan hoşlanmayanlar, yaptığı açıklamaları rahatsız edici bulanlar için sarfettiği cümlenin suç olup olmamasından çok, Orhan Pamuk'un kimliği önemli. Bu kimliği öne çıkarıp, bu kimliği ceza verilesi görüyorlar. Pamuk'a ya da Dink'e yönelik kulaktan duyma bilgilerden hareketle edinilen olumsuz kanaat, onları suçlayan anlayışı tabiîleştiriyor, davaların açılma biçimini, içeriğini, anlamını unutturuyor. Sonuç olarak kişiler üzerinden düşünce ve düşünce özgürlüğü tahrip ediliyor. "Kutuplaşmaya meyyal, siyasi pozisyonu siyasi fikir sanan ve siyaseti yeganeleştiren cemaatimsi toplumlara özgü" bu tuzak Türkiye'yi böyle içine alıyor... Esasların usuller üzerinde kurduğu hükümranlık böylece derinleşiyor. Ancak ceza toplumu olmak tehlikeli iştir... Bu tür toplumlarda ceza sadece hükümden oluşmaz, düşünceden ötürü yargılanmak, yargılanırken basında ve kamuoyunda yaftalanmak da başlı başına bir cezadır. Cezalandırmada tehdit de fiil kadar ağırdır... Bu tür tehditler düşünceyi geriletirler, gerilemeyi olağanlaştırırlar. Eninde sonunda tahrip olan bu tehditlerin referans aldıkları milli çıkar ve fayda olur... Aptallaşmaya itilen toplumlar kendi geleceğine ve haklarına sahip çıkamazlar. Üstelik ellerinde kalan tek silah fiili ve sembolik şiddetle vurulurlar. Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinden açılan soruşturma ve davaların tartışılmasını yargıya müdahale olarak tanımlamak, engellemek bu nedenlerle mümkün ve doğal değildir. Gerek Başbakan'ın gerek Adalet Bakanı'nın 301. maddeden açılan soruşturmalara yönelik AB eleştirilerini tepkiyle karşılaması, yargının bağımsızlığından dem vurması, 301. madde etrafında yapılan uygulamaları zımnen savunması demokrasi kültürü açısından kabul edilebilir nitelikte değildir. Kabul edilebilir olmanın ötesinde yapılan bu tür her açıklama bilinçli ya da bilinçsiz olarak ceza kültürü ve toplumun oluşmasına, malum zihniyetin pekişmesine katkıda bulunur. Bu yolla nereye varmayı düşünüyoruz? Tarihi tartışmayacağız... Kürt meselesini de öyle... Ordu'nun siyasi işlevlerini eleştirmeyeceğiz... Ülkedeki hakim ve savcı zihniyetine değinemeyeceğiz... Bir tutuklama biçimini yanlış bulmayacağız.. Devletin resmi politika ve açıklamalarını her koşulda destekleyeceğiz, siyasetin her yaptığını sindireceğiz... Ve ardından sorunları çözeceğimizi iddia edeceğiz... Böyle düşünenlere kolay gelsin... Bir gün 301'den yargılanma sırası onlara da gelecektir... Unutmayın: Keser döner sap döner...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |