AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Alim-ârif-düşünür

Şerif Mardin, "Türkiye'de aydın yok; sadece literati (okumuş-yazmış) var" demişti.

Aydın'la entelektüel elbette ki aynı şeyler değil. Aydın bağımlı, hatta güdümlü; entelektüel ise, daha bağımsız bir figürdür.

Şerif Mardin, aydın'dan sözetmiyor; entelektüel'den sözediyor, tabii ki. Şerif Mardin'in literati / okumuş-yazmış dediği "tip", aydın'dan çok daha yeteneksiz ve kifayetsiz bir tiptir: Düşünme melekeleri, handiyse yok gibidir. Kendine özgü bir şeyler üretebilme, söyleyebilme, bir iddia sahibi olabilme özelliklerine sahip olamayan, her zaman duruma göre vaziyet alan ve oraya buraya sürüklenmekten rahatsızlık duymayan bir tiptir.

Aydın'ın da kendine özgü iddiaları, söyleyeceği sözler yoktur; birilerinin ve başka yerlerde söylenenlerin sözcülüğünü ve gözcülüğünü yapan kişidir aydın.

Entelektüel, kendine özgü iddialar geliştirebilme, sözler söyleyebilme kabiliyetleri olan, analitik ve eleştirel melekeleri gelişkin bir kişidir.

Literati'nin de, aydın'ın da, entelektüel'in de buluştuğu ortak bir nokta vardır: Hepsi de sekülerdir bu figürlerin. Dolayısıyla, değişen zamanlarda, mekânlarda ve durumlarda, bu üç figürün, birbirine dönüşmesi her zaman mümkündür: Analitik ve eleştirel melekelerinin gelişkin olduğunu söylediğimiz entelektüel, duruma göre, bir anda aydın'ın derekesine düşebilir, hâkim söylemlere ve kurumlara eklenerek sözcülük ve gözcülük rolleri oynayabilir. Bu durum, onu, literati bile yapabilir: Çünkü hâkim söylemlere eklemlenme tuzağına düşen entelektüel'in analitik ve eleştirel melekeleri uçar gider.

Bu üç figür de hep belli, sınırlı zamanların adamlarıdır: O yüzden, varacakları en iyi yer ideolojiler; olacakları en iyi şey, ideologlugtur. Ayrıca bu üç figürün de en önemli özelliklerinden biri sadece zihinsel sepekülasyon yapıyor olmalarıdır. Dolayısıyla bu üç figür de, düşünür olamaz.

Düşünür olabilmek, ancak bütün insanlığın serüvenine tanık ve vâkıf olabilecek kadar bütün zamanları seferber edebilmeyi, bütün zamanları kendi çocuğu kılabilmeyi ve bütün zamanların çocuğu olabilmeyi gerektirir. Oysa bu üç figürün de varlık alanı ve varlık nedeni, sadece burayla ve şimdiyle sınırlıdır.

Alim figürü, literati, aydın ve entellektüel figürlerinin özelliklerini de taşır ama bunları aşar: O, her şeyden önce bir geleneğin mirasçısıdır: Önce ait olduğu belli bir geleneğin, sonra da bütün bir insanlığın beşerî ve vahyî düşünce, eylem ve gönül mirasını temsil eden büyük insanlık geleneğinin mirasçısı, sahibi ve koruyucusudur. Her âlim, düşünür değildir; ama her âlimde düşünür olma imkânı her zaman mevcuttur. Ama her düşünür bir âlim olmasa bile, âlimin taşıdığı özellikleri nüve olarak taşır.

Literati de, aydın da, entelektüel de, düşünür de, âlim de, birer "öncü kişi" ruhuna, özelliklerine sahiptir. Ama öncülükleri, belli bir zamanla ve mekânla sınırlıdır.

İslâmî ilim, düşünce, kültür / irfan, sanat ve siyaset geleneğine baktığımızda, kurucu figür'ün âlim-ârif-düşünür figürü olduğunu söyleyebiliriz.

İslâmî gelenekte ilim, bilgiden ibaret veya bilgiyle sınırlı değildir. Ayrıca bilmek, olan bitenleri, dünyamızda ve etrafımızda yaşananları anlayabilmek için de yeterli değildir. Aslolan olup bitenleri anlayabilmek ve kavrayabilmektir. Bilgi yığını, olup bitenleri anlamaya yetmez. Olup bitenleri anlayabilmek, olup biten şeylerin künhüne ve ruhuna vâkıf olabilmekle mümkün olabilecek bir şeydir: Bu da anlamak istenilen şeyle, durumla, zamanla, insanla, toplumla, kültürle, medeniyetle bütünleşebilmekle; o şeye katılabilmekle, o şeyle hemhâl olabilmekle ve o şeyin ruhuna nüfûz edebilmekle mümkündür.

Hayata bir bütün olarak bakamayan; hayatı sadece insan-merkezli, zaman-merkezli veya mekân-merkezli düşünen; tabiatı, kâinâtı ve Tanrı'yı varlık, düşünce ve ilgi alanının dışında tutarak düşünen kişi, aslâ sağlıklı ve uzun soluklu düşünemez. Literati de, aydın da, entelektüel de, hayatı bir bütün olarak görme, algılama ve kavrama melekelerinden yoksundur. Dolayısıyla ne kadar özgür olduklarını söylerlerse söylesinler, sonuçta, anakroniktirler; yani her şeyi ya buraya veya dondurulmuş "altın çağ"lara indirgeyen ve insanın serüvenini, hayatın o bütüncül akışını ve ruhunu hep bir yerlere kilitleyen, hapseden ve öldüren kişilerdir.

Oysa âlim-ârif-düşünür özelliklerini şahsiyetinde buluşturan kişiler, anakronizm tuzağına düşmezler; o yüzden literati, aydın ve entelektüel gibi ben-merkezci, egoist, görünenle yetinen, görüneni her şey sanan, böylelikle hiçbirşeyleştimekten kurtulamayan, ufukları dar ve bakışları sakat kişiler değil; her şeyde bir hikmet arayan, mütevazi, o yüzden de ufukları ve bakışları aslâ sınır tanımayan, hep görünenin ötesine uzanan, görünenin ardındakini ve ötesini arayan ve araştıran kişilerdir.

Literati de, aydın da, entelektüel de, tarihin yapılmasında kilit rol oynayamazlar. Sadece bugüne bakarlar ve bakışlarını bugünle ve burayla sınırlarlar. Onlar için, hemen ve şimdi esastır.

Oysa âlim-ârif-düşünür figürü, tarihin yapılmasında; insanlığın, ilim, irfan, gönül ve medeniyet mirasının oluşmasında kilit rol oynamış bir figürdür. Bugün insanlık adına sahip olduğumuz bütün büyük medeniyet mirasını bu figüre borçluyuz.

Dünyamızın büyük kaosların, katastrofların, adaletsizliklerin, savaşların eşiğine sürüklenmesinin en önemli nedeni, âlim-ârif-düşünür figürünün yok olması, yok edilmesidir.

Hep insanlığın vahyî mirasını, hem de beşerî mirasını yeniden hayata ve harekete geçirecek âlim-ârif-düşünür figürüne, bu figürün öncülüğüne her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettiğimiz bir bunalımlar çağının eşiğinden geçiyoruz.

Böyle bir figürü yeniden varkılabilecek en uygun kaynağın İslâm olduğunu, bilmiyorum ne zaman idrâk edebileceğiz?


19 Eylül 2005
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya
| Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık
| Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED