|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
İnsanoğlu hayata olumsuz tarafından bakmaya kendini şartlandırmış bir yaratık. Biz gazeteciler ve yorumcular ise, bunu ne kadar iyi yaparsak o kadar başarılı kabul edilen bir mesleğin mensuplarıyız. Hem insanoğlu, hem yazar, hem de Türk-Amerikan ilişkilerinde kalem oynatırken eli daima ABD’den yana kayan biri isek, o durumda yazdıklarımızın kıvamı acayipleşebiliyor... Eskiden Amerika gibi uzak bir ülkeye geldiğimizde kimin ne yazdığını zor öğrenirdik. Eğer cumhurbaşkanı ve başbakan düzeyinde birinin gezisini izliyor isek, faksla geçilen sayfalar ve özetlerle yetinmek zorundaydık. Dosyalar dolusu haber ve yazı elden ele dolaşırdı gezi sırasında... Şimdi öyle değil. Kolayından gazetelere ulaşma imkânı sağlıyor bilgisayar kullanıcısına internet ve kimin ne yazdığını, hangi olaya ne tepki verdiğini her yerde her zaman öğrenebiliyorsunuz. Yok, gazeteyi çıktığı görünümüyle ve her sayfasıyla elinizde tutmak istiyorsanız, artık o da mümkün: Oteller, dünyanın dört bir yanında çıkan gazeteleri büyük boy kâğıda bastırıp sabah kapınızın önüne bırakıyorlar; tabii belli bir ücret karşılığında... Sözün özü şu: Ne kadar uzak bir diyara gitseniz, Türkiye gazetelerini Türkiye’de imişcesine izleme imkânınız var. Kaç kişi istiyorsa o kadar basıyor gazeteyi otel, oda kapınızın önüne bırakıyor... Bu defa yeni bir olguyla daha karşılaştım: Washington’da kaldığımız Willard Otel’deki odamda televizyon izlerken, aa o da ne, Türk televizyonları birbiri ardına karşıma çıkmasın mı? Bir-ikisi saat farkı yüzünden program akışıyla oynasalar bile, bazısı Türkiye’de nasıl veriyorsa programları aynı biçimde otellere kadar ulaştırıyor. İstanbul veya Ankara’da okuduğunuz gazeteleri ben de okudum, izlediğiniz televizyonlara göz atabildim... Willard Otel’den çıkmam gerekmeden... Willard Amerikan başkentinin en eski oteli. Kentle birlikte planlandığı için binası bayağı büyük. Etrafında adları büyük başka oteller var, ama hiçbiri yakınlarda yeniden elden geçirilmiş Willard’ın görkemine ulaşamıyor. ABD’de başkanlar dört yılda bir kasım ayında yapılan seçimde sandıktan çıkıyor, ama ocak ayı sonuna kadar Beyaz Saray’a yerleşemiyor ya, dışarlıklı taze başkanlar Washington’a gelince, Beyaz Saray’dan önce Willard’ta ikamet ederlermiş... Beyaz Saray’da kimlerin odası varsa, onların Willard’ta da odaları var... ‘Lobi’ sözcüğünün siyasete girişi de Willard’la ilgili. Yeni başkan hükümetini kurarken, bakan yapmayı düşündüğü kişilerle orada buluşurmuş. Bakan adayları, bürokraside görev almak isteyenler, çözülecek sorunu olanlar, başkanın gözüne çarpmak için Willard’ın lobisinde otururlar, birbirleriyle fısır fısır konuşurlarmış... Kulis yapmak, birinin çıkarlarını korumak için çalışmak anlamına ‘lobi’ ve ‘lobicilik’ sözü Willard’ın lobisinde yaşananlara bakılarak icat edilmiş... Türkiye’den gelen devlet adamlarının da tercih ettiği bir otel burası. Washington’da çok uzun yıllardır gazetecilik yapan Yılmaz Polat, Savaş Süzal ve Hasan Mesut Hazar’la otelin karşısındaki Uluslararası Basın Merkezi Lokantası’nda oturup oradan kimlerin geçtiğini saydık: Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit... Hepsi burada kaldı; tabii heyetinde olan gazeteciler de... Turgut Özal Washington’da Madison Oteli severdi, nedense; ancak, onun da bir-iki kez Willard’ta kaldığını hatırlıyorum... İnsanoğlu üzerine felsefi dokundurmayla başlayan bir yazıyı gazete, televizyon ve otel bilgileriyle sürdürmemi garip karşılayanlarınız olmuştur elbette. İnsanoğlunun kötümserlik özelliğinin ürünü yazı ve yorumlardan, ülkeye döndüğümüzde haberdar olabiliyorduk eski günlerde. Teknoloji, şimdi, elektronik ortamda ya da kâğıt üzerine basılı olarak gazeteleri okumamızı sağlıyor bugün... Bazı insanoğullarının o kötümser yaklaşımları zaten kötümserliğe şartlanmış birinin gününü karartabiliyor. Ben de, ziyaret öncesi kaleme alınmış, Tayyip Erdoğan’ın Beyaza Saray’a uğrayacağı gün yayımlanan iki yorum yüzünden bayağı kötü duygular yaşadım. Gözünüzden kaçmıştır diye kısa bölümlerini buraya aktaracağım. Unutmayın: Her iki yazıdaki dokundurmalar ziyaretten önceye ait. İngilizce iki sözcüğün başlık yerine kullanıldığı ilk yazıdan bölümleri okuyalım: “Beyaz Saray'ın Ak Parti hükümetine ilişkin değerlendirmesi iki ‘anahtar sözcük’ ten oluşuyor: ‘Adrift’ ve ‘unpredictable’. ‘Adrift’, Türkçe'de ‘yalpalayan’ ya da ‘yolunu şaşırmış’ gibi anlamlara geliyor. ‘Unpredictable’ ise ‘ne yapacağı belli olmayan’, ‘ne yapacağı tahmin edilemeyen’ demek. (..) Türk-Amerikan ilişkilerinin daha iyiye ya da daha kötü bir yöne gidip gitmeyeceği, ‘adrift’ ve ‘unpredictable’ görülen, Beyaz Saray'ın bugünkü konuğunun bundan sonraki ‘performansı’na büyük ölçüde bağlı kalacak...” Başlığı “ABD, AKP’yi silmek üzere” olan ikinci yazının son cümlesine de bir göz atın: “Özetlemek gerekirse, eğer birşeyler değişmez ve AKP aynı yaklaşımları sürdürürse önümüzdeki aylarda Bush yönetimi ile hükümet arasındaki köprüler büyük zarara uğrayacak. Bundan dolayı şimdi herkes bugünkü görüşmenin sonucunu ve sonrasını merak ediyor.” İnsanoğlu acayip gerçekten...
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |