AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
G Ü N D E M
Kale bildiğin arkadaş bakıyorsun at çıkmış!

Türkiye Zeka Vakfı Başkanı Emrehan Halıcı ile sadece zekâ oyunlarını konuşmadık. Politikayı ve özellikle 80'lerde Demirel ile olan birlikteliğini ve en yakınında olduğu eski Başbakan ve DSP lideri Ecevit'le ilgili sorularımız da oldu.

  • Mehmet Şeker
    BAŞLARKEN...
    Ramazan bitti, bayram bitti. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, başlayan her şey bitiyor. Bitimsiz olan Yüce Mevlâ'nın selâmı üzerinize olsun, 'Şekerlik' de bitti.
    Bundan sonra röportajlarla, gezi yazılarıyla, izlenimlerle, gözlenimlerle burada buluşacağız. Belki bir sekiz on sene de böyle sürer, sonra o da biter.
    Aşklar bitiyor, sevdalar bitiyor, bitmeyecek sandığımız ömürler bitiyor, bu ne ki!
    İlk röportajımızı Süleyman Demirel'in bilgisayar danışmanı, Bülent Ecevit'in Grup Başkan Vekili, DSP eski milletvekili, Türkiye Zekâ Vakfı Başkanı Sayın Emrehan Halıcı ile yaptık.
    Neden Emrehan Halıcı sorusunun cevabı, son derece özel biri olduğunu düşündüğüm içindir. Başlangıç için isabetli bir isim.
    Ankara'da ODTÜ içinde Yazılım Evi'nde yaptığımız görüşme, bendenize göre gayet keyifli oldu.
    Dileğim, sizin de zevk alarak okumanızdır.
    Memnuniyetinizi dostlarınıza, görüş ve şikâyetlerinizi bize bildiriniz. Önerilerinize açığız.

    Dünyada bir başka örneği olmayan Türkiye Zekâ Vakfı onuncu yıla girdi. Onuncu yılı kutluyor olmaktan dolayı duyduğum mutluluğu ifade edeyim. Vakfımız, dünyada yükselen değer olan bilginin, aklın, zekânın ülkemizde de daha fazla konuşulması, önem verilmesi isteğiyle kuruldu. Halkımızın çok büyük ilgi ve desteğini gördü.

    Hükümetlerle ilişkileriniz nasıl oldu?

    Hangi hükümet olursa olsun, 95 yılından bu yana hepsiyle çok yakın temas içinde olduk.

    Neler yapılacak onuncu yıl kutlamaları çerçevesinde?

    Özel bir kutlama programımız yok. Ama bu yıl etkinlikler daha geniş kapsamlı oldu. Örneğin İstanbul'da yeni bilişim zirvesi yapıldı. Cebit fuarıyla beraber. Onu düzenleyen sivil toplum kuruluşlarından biri de bizdik.

    Türkiye hızla gelişiyor

    15-20 yıl öncesine göre düşünecek olursak, bu tür faaliyetler Türkiye için çok uzaktı.

    Türkiye bu konuda hızlı bir gelişme kaydediyor. Nüfusun genç olması, öğrenci sayımızın fazla olması önemli. Türkiye'de bilime önem verildiğini düşünüyorum.

    Yazılım alanında önümüzdeki dönemde Türkiye'nin büyük bir şansı olduğu, mesela bir Hindistan gibi yazılımda ilerleyeceğimiz söylenebilir mi?

    Bu şansı yaklaşık 20 senedir görüyor ve söylüyoruz. Şu an kesinlikle arzu ettiğimiz noktada değiliz. Yazılımın Türkiye'de gelişebilmesi için bu konuya muhakkak devletimizin inanması, bir destek sağlaması gerekiyordu. Bunun da sağlanabileceği yerler, üniversiteyle sanayimizin birleşebileceği teknoloji bölgeleriydi. Ne mutlu ki Türkiye'de teknoloji bölgeleri yasası çıkartıldı.

    Maddi yönden size bir külfeti var mı vakfın?

    Hiç külfet olarak algılamıyorum. Vakfa üye olan, katkı vermek isteyen insanların kendilerini bu işe vakfetmesi lazım. Biz adı üstünde Zekâ Vakfı'yız.

    Zekâmız yeter diyorsunuz. Zeki insanların bir araya geldiği yer diyebilir miyiz bu vakfa?

    Diyemeyiz. Çok yanlış anlaşılır. Bazen o tür yanlış anlamalar olabiliyor.

    Sizinle görüşmeye geleceğimi söyleyince, arkadaşlar "Türkiye'nin en zeki adamıyla konuşacaksın" dediler.

    Estağfurullah. Ben zekâya önem veren insanların bir araya geldiği yer olarak görüyorum burayı. Çok sayıda dâhi sayesinde dünya bugünkü görünümündedir. Her ülkeden çok üstün zekâlı insanlar çıkabilir. Zekânın bir vatanı yok.

    Türk insanı aptal değil

    Türk insanının zekâ seviyesiyle ilgili evvelce söylenen sözler var. Bir yanda Aziz Nesin'in söylediği "yüzde şu kadarı aptaldır" hükmü, bir yanda ise Atatürk'ün "Türk milleti zekidir" ifadesi. Siz nerede duruyorsunuz?

    Ben Aziz Nesin'in o sözüne hiçbir şekilde katılmıyorum. Mizahi bir durum, bir çelişki yaratmak için söylediğini düşünmek istiyorum. Atatürk'ün söylediği ise bizim de dileğimizdir. Türk insanı zaman zaman sistem bozukluğundan, ekonomik sıkıntılardan, bazen siyasi karmaşalardan hep kendine olumsuz bir sonuç çıkartır. İşte Türk milleti olarak biz bunu hak ediyoruz, biz bunu halledemeyiz, herkes aya gider, biz yaya kalırız gibi kendimizi aşağı görme alışkanlığımız var.

    Bu güvensizlik nereden kaynaklanıyor?

    Zengin bir geçmişimiz, kültürümüz var, birikimimiz var. Çok zengin değerlerimiz var. Geçmişe baktığımızda, dünyada bugün bulunduğumuz yer, hak ettiğimiz, arzuladığımız yer değil. Bu çelişkinin bir ifadesi olarak kimi zaman kendi üzerimize biraz da ağır eleştirilerle yaklaşıyoruz. Diğer ülkelerle kıyaslandığında, Türk insanının hiçbir zaman daha az zeki olduğu şeklinde değildir. Fakat Türk milleti diğerlerinden daha zekidir demek de gerçekçi olmaz.

    Dâhilerden söz ettiniz. Epeydir bizden dahi çıkmayışını nasıl değerlendirmek gerekir?

    Artık bilimsel çalışmalar bir tek kişinin çabalarıyla olmuyor. Bir ekip işi ve o ekibin aynı yerde bulunması da gerekmiyor. O yüzden bir Einstein gibi özellikle şu formülü buldu şeklinde olmuyor. Hiçbir ülkede o türden kendinden çok fazla bahsettiren bilim adamı çıkmıyor.

    Potansiyel olarak iyi görüyorsunuz Türk insanını.

    Kesinlikle çok iyi görüyorum. Tarihi, coğrafi, kültürel zenginliklerimiz, bizim çok yönlü düşünmemize, çok yönlü inputlar almamıza neden oluyor.

    Salt zekâya vurgu yapmayı sakıncalı bulur musunuz?

    Elbette. Zekâyı dengelemesi gereken ahlâktır. Zekâ ile kurnazlık karıştırılıyor. İş bitirmek, sonuca ulaşmak için her yolu mubah görmenin zekâ ile alâkası yok. Örneğin dolandırıcılar çok zeki insanlardır. Ama ahlâksız bir zekâ beş para etmez.

    Türkiye birinci lige ne zaman çıkar dersiniz? Bu sizin hayalinizdir tahmin ediyorum.

    Bu hayalimiz, ülkümüz, inancımız, dualarımız, temennilerimiz tabii ki. Ben Türkiye'nin birinci lige çıkmaması için önce bir neden olmadığını düşünüyorum. İnsanlarımız birinci lige çıkma isteği içerisinde. Türk halkı, köyünde, kahvesinde, evinde, derneğinde, dolmuşunda bu konulara kafa yoruyor.

    "Ne olacak bu memleketin hali"nden başlıyoruz.

    Evet, memleketin haliyle ilgili bir formül arıyor herkes. Bunun altında yatan ne? Türkiye her yönüyle daha iyi olmayı arzuluyor ve daha iyi olmak için de bu formülleri üretmepeşinde.

    Kahve kültürü...

    Oyunlardan konuşalım biraz. Tavla hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Her oyun aslında yararlıdır. Diğer sorumlulukları unutmamak kayıt ve şartıyla. Hayat sadece ciddi işlerden, para kazanmaktan, unvan peşinde koşmaktan ibaret değil. Kültür, eğitim, manevi dünya nasıl önemliyse, oyun da önemlidir. İnsanı zinde tutan, beyin egzersizi yaptıran bir faaliyettir. Tavla da o yönüyle iyi. Ama oyunlar biraz kumara kaçma eğilimi olduğu zaman, uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Bir diğer yönü, oyunda şans unsurunun olması kalitesini zedeleyebilir. Tavlada atılan zar var sonuçta.

    Pokeri nasıl bulursunuz?

    Yatılı okulda okuduğum için, bütün yaramazlıklarını bilirim. Oyunlar arasında pokerin çok değişik bir özelliği olduğunu düşünüyorum. O da şu: On saniyede bir oyun kuruluyor ve bitiyor. Sonra yenisi başlıyor. Çok hızlı dönen ve hayata çok benzeyen bir oyun.

    Ancak tehlikeli.

    Poker gazozuna oynanamaz. Gerçeğini oynayınca da kumarın daniskası. Bu kötü tarafını bir yana bırakırsak, blöf yapma, rest çekme, resti görme yönleriyle gerçek hayata o kadar benziyor ki bir film seyreder gibi pokeri görebilirsiniz. Kazanma ve kaybetme durumları, insanla ilgili çok ipucu veriyor. Yalnız kâğıda el sürünce, gerisinde bir tehlike bulunduğunu bilmek gerekir. Kumarın geri dönüşü çok zor çünkü. Türkiye'de gazinolar açıldığı zaman, sen sayılardan anlarsın deyip beni yardım için çağıranlar oldu.

    Yağmur Adam'daki gibi

    Evet, öyle takılanlar olurdu.

    Satranç?

    Onun bir tek zayıf noktası var. Biri siyah, biri beyaz. Oyuna beyaz başlar. Onun dışında hiç şans faktörü bulunmaz. İyi olan kazanır. O yüzden satranç oyuncuları oyun sırasında 4-5 kilo veriyorlar. Ben bu kadar satrançla ilgilenmeme rağmen, çocuklarımın orada olmasını istemem. Hayatta o satranç federasyonunda yaşadığım kadar sıkıntıyı siyasette bile yaşamadım inanın.

    Yalnız bize özgü bir durum değil anlaşılan.

    Milyon dolarlar kazanan Kasparov'lar, Karpov'lar birbirlerini bir kaşık suda boğacak vaziyetteler. Hayatla barışık değiller. Hayata uyumlu değiller. Çünkü niye? Adamın savunma yapacağı hiçbir şey yok. Futbolda saha kötüydü dersin, hakeme kızarsın, kendi kendine bir sebep uydurursun. Satrançta kaybetmenin bahanesi bulunamaz. Zayıf olan kaybeder.

    Bülent Bey'in oyunlara bakışı nasıl? İlgilenmeye vakti olmuş mudur?

    Doğrusu hiç sormadım. Yalnız satrançtan anladığını biliyorum. O konuda şiiri var. Siyaseti de satrançla özdeşleştirip şah çekebiliyor. Ve başbakanlığı bırakabiliyor.

    Zaten siyasetle satranç hep benzetilir.

    Evet. Satrançta kurallar bellidir. Ancak siyasette öyle değil. Kimseye şöyle yapacaksın diye emir verilemez. Kale gibi gördüğün adam bir bakıyorsun at çıkmış, geri doğru gidiyor.

    Bir de bilardoyu sormak isterim.

    Bilardoya o kadar çok vakit harcadım kiÖ Çok severim ama pek yetenekli değilim. Hem zekâ hem el becerisi gerektiriyor. İkisi bir arada. Çok iyi düşünmüş, iyi görmüş ve hesaplamış olabilirsiniz ama vururken çeyrek milimlik sapma, sayı almanızı engeller. O yüzden de çok anlamlı buluyorum.

    Siyaset gibi...

    Siyasete satrançtan daha çok benziyor. Çünkü satrançta taşı nasıl istersen öyle oynarsın. Kurallar işler. Ama bilardoda topların nereye gideceğini tam olarak tayin edemezsin.

    Demirel'in danışmanı Ecevit'in milletvekili

    Siyasete nasıl başladınız? Babanız vasıtasıyla mı?

    Hayır. 12 Eylül ihtilaline karşı o zamanlar Sayın Demirel'in yaptığı muhalefetten ve bir anda yalnızlığa itilmesinden çok etkilendim. Bir gün kapısını çaldım ve tanıştım. Sayın Demirel benim teknoloji konularındaki çalışmalarımdan yararlanmak istedi. 1999'a kadar bilgisayar danışmanlığını yaptım, arşivlerini tuttum.

    İlginç değil mi? Demirel ile Ecevit uzun süre çekiştiler. Siz ikisinin de çok yakınında bulundunuz.

    Ben bu durumu kendim için bir lütuf, bir şans olarak kabul ediyorum. Böyle söylediğim zaman ikisinden birini sevmeyen tarafın tepkisini çekiyorum.

    12 Eylül öncesindeki kutuplaşmanın hatalı olduğunu söyleyebilir miyiz? Nitekim ikisi sonradan iyi anlaşarak çalıştılar.

    Tabii şu an bunları söylemek çok kolay ama o dönemin şartları başkaydı. Kendimi onların yerine koyamıyorum. Ama hatırladığım çok net bir ayrılık vardı. O ayrılıklar bu kadar katı çizilmeseydi, belki daha olumlu sonuçlar alınırdı.

    Çizenler başkalarıydı belki.

    O çizilen şablona karşı gelinebilseydi iyi olurdu.

    O dönem kendinizi solcu olarak tanımlar mıydınız?

    Ben ODTÜ'deyken kendimi solcu tanımlıyordum. Genel Merkez'e giden gelen arkadaş grupları arasında ben de yer aldım ama Ecevit'le tanışma girişimim olmadı.

    İlk defa ne zaman karşılaştınız?

    İlk defa yüz yüze gelmemiz 99 seçim arifesindeydi. Adaylık için beni telefonla aradılar.

    Hangimizin sağlık sorunu olmuyor?

    Bülent Bey'in sağlığıyla ilgili ortaya atılan iddialar oldu.

    Bülent Bey'in o sırada sağlık sorunu olduğu bir vakıa. Ama hangimizin sağlık sorunu olmuyor? Yaşı ileri olan birinin yaşayacağı sağlık sorunu diğerlerine göre daha uzun sürebilir.

    Sayın Ecevit'in sağlığı kasıtlı olarak kötüleştirilmiş olabilir mi?

    Ben ona ihtimal vermiyorum. Söylenenler dedikodudur. Ben bu tür sorularla karşılaştığım zaman hep size söylediklerim gibi açıklama yapmama rağmen, trilyonlara varan tazminat davalarıyla karşı karşıya kaldım.

    Kim açtı?

    O sağlık kuruluşunun açtığı davalar. Hâlbuki benim açıklamalarım hep bu yöndeydi. Gazetelerden olumsuz etkilenildi. O zaman yaratılan atmosferin hiç sağlıklı olmadığını, Türkiye'de hükümetin el değiştirmesine yönelik bir hareket olduğunu açıkça söyleyebilirim. Ama Ecevit'e komplo yapıldı, ilaç verildi gibi şeylere ihtimal vermiyorum.

    Siz devamlı temas halindeydiniz.

    Hemen her gün evinde görüşüyorduk. Dışarıda 50-60 kişilik bir basın ordusu olurdu. Bir kez olsun kendisini gömleksiz görmedim. Sayın Ecevit ileri yaşına rağmen zinde bir zihinle konuları takip ederdi. Dışarı çıkınca gazeteci arkadaşlar durumu sorardı, gayet iyi derdik. Yatıyor muydu efendim, gözlerini açabiliyor muydu gibi sorular gelirdi. Hayır, ayaktaydı, çay içtik, sohbet ettik derdik. Ertesi gün gazetelerde okurduk ki Ecevit yataktan kalkamıyor, evde hiç yemek yok, Rahşan Hanım yemek vermiyor vs. Hatta bana biri dedi ki Ecevit vefat etti, bizden saklıyorsunuz. İnsaf kardeşim!



  • 8 Kasım 2005
    Salı
     
    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
    Dünya
    | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
    Sağlık
    | Arşiv | Bilişim | Dizi

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED