T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 6 AĞUSTOS 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
  Favorilere Ekle
  Giriş sayfası yap

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

İsrail barış yapamaz!

Peres'in sözleri, binlerce yıllık Yahudi tarihinin özeti gibidir: "Madem vatansız bırakıldık, biz de insanları vatansızlaştıralım!" Bu, Yahudilerin 2 bin yıldır teolojik üstünlüklerini kanıtlama girişimini de özetliyor

ANLAYIŞ dergisinin Ağustos sayısının kapağını hazırlarken çok zorlandık. İsrail'in acımasız Filistin ve Lübnan katliamlarını işlediğimiz sayının kapağına ne yazmalıydık. Ben "Bir Barbar, Bir Barbara..." başlığını önerdim. Sonunu tahmin ediyorsunuz: "Bir barbar bir barbara bre barbar birader gel seninle beraber barışın canına okuyalım!" demiş. Şık gözükmekle beraber, böyle bir karamizah, bu ortamda uygun olur muydu? İsrail, Amerikan biraderlerinin desteğiyle barışın ve insanlığın canına okurken, insanları az da olsa gülümsetebilecek bir başlık, derginin ciddiyetine gölge düşürür müydü? Neticede BARBARLAR KAPIMIZDA başlığıyla baskıya girdik.

Evet, Yahudi ve Nasrani biraderler dünya barışının canına okuyorlar. Her birinin ayrı gündemi, kendine göre "projeleri" olsa da, çıkarları bu tarih uğrağında kesişiyor olmalı. Amerikan jeopolitiğini başka bir yazıya erteleyip, barışı bir seçenek olarak görmeyen İsrail stratejisini, özellikle de bu stratejinin psikolojik arkaplanını tartışmak istiyorum.

BARIŞ YAPINCA HALK GÜCENİR

Şimon Peres, Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt bir Yahudi devlet adamı. İki defa başbakan, iki defa dışişleri bakanı, iki defa savunma bakanı, bir defa da maliye bakanı oldu. Wikipedia, Peres'i okuyucularına tanıtırken şu sözüne yer vermeyi anlamlı bulmuş: "Bir savaş kazandığınızda, halkınız birleşir ve sizi alkışlar. Barış yaptığınızda ise, halkınız gücenir ve sizden kuşkulanır." Binlerce yıllık Yahudi psikolojisini çok iyi yansıtan bu cümle, İsrail'in ABD destekli "Yeni Orta Doğu" projesini anlamamızda işaret feneri olabilir. Barışırsanız, halkınız gücenir ve sizden kuşkulanır! Neden acaba?

İlginçtir, yayımlanmış dokuz kitabı bulunan Peres, Birinci Körfez Savaşı'nın ardından kaleme aldığı kitaba Yeni Orta Doğu başlığını koymuştu. Oslo Barış Antlaşması'nın imzalandığı gün, aynı zamanda kendi doğum günüymüş. Antlaşmayı bir doğum günü hediyesi sayan Yahudi devlet adamının gözleri buğulanıyor ve hafızası bir anda doğum yeri olan Vişniva kentine (Beyaz Rusya) kanatlanıyor:

YAHUDİ TARİHİNİN ÖZETİ SÖZLER

"Vişniva o günlerde Yahudi manevîyatının merkezlerinden biriydi. İsrail'in millî şairi Çaim Nahman Bialik, Vişniva için 'Yahudi millî ruhunu besleyen toprak' diyordu. Bugün Yahudi Vişniva'dan hiçbir eser yok. Sinagog ve yeşivalar, işyeri ve fabrikalar hep yakılıp yıkıldı. Oradaki Yahudi hayatı, bir zamanlar orada yaşayan Yahudiler gibi, çorak ülkeye döndü. Zamanında ayrılmış olmasaydım, benim yolum da ya kitlesel mezarlara ya da gaz odalarına çıkardı."

Peres'in sözleri, binlerce yıllık Yahudi tarihinin özeti gibidir. Vatansız ve emniyetsiz bir sürgün hayatı. Bu hayatın, Yahudilerin bir kısmını bir tür intikam hırsıyla doldurmuş olması anormal değil. "Madem vatansız bırakıldık, o halde biz de gücümüz yettiğince insanları vatansızlaştıralım!" Bu yargıyı aşırı bulabilirsiniz. Fakat Yahudilerin 2000 yıldır "dünya sisteminin hakim güçlerine yaklaşarak" teolojik üstünlüklerini kanıtlama girişimleri bu görüşü destekliyor.

İki radikal Yahudi: Paul ile Herzl

Tanrı tarafından seçilmiş bir kavim, fakat boyuna sürgün hayatı yaşıyor; itilip kakılıyor. Bu çelişki, Yahudi psikolojisinin temel oluşturucu ögesi. Üstünsünüz ve sürünüyorsunuz. Saint Paul, bu soruya miladi ilk asırda cevap vermeye çalışan ilk radikal Yahudi. Bu çağda Roma imparatorluğu merkezî bir bürokratik yapıya kavuşmuş, çok sayıdaki şehir-devletin kendi başlarına hükümleri kalmamıştı. Yeni 'üniter' devlet, önceki şehir-devletlerin çoktanrılı kültlerine değil, evrensel karakterli bir dine ihtiyaç duyuyordu. Arayış içindeki 'radikal' Yahudilerin Hıristiyanlık yorumu, Roma siyasası için de bir kurtuluş ideolojisi olacaktı. Helenistik Doğu'dan İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar, ticaret yolları boyunca dolaşmak suretiyle, Grek-Roma dünyasının geniş boyutlu kültür hayatına aşina olan bu Yahudiler, kutsalın sınırlı bir yerel-Yahudi yorumuyla tatmin olamazlardı. Paul, Yahudi yerelliğini terk ederek, Hıristiyan evrenselliğine doğru yol aldı. "Tanrı sadece Yahudilerin mi tanrısıdır? Yahudi olmayanların (Gentiles) da tanrısı değil midir? Evet, onların da tanrısıdır, zira bir tek tanrı vardır. İsa'ya inanmanızla hepiniz Tanrı'nın oğullarısınız. Artık Yahudi veya Rum, köle veya hür, erkek veya kadın yoktur; hepiniz İsa Mesih'te birsiniz." Radikal Yahudi için Hıristiyan topluluğu yahut Kilise, tanrının evi olarak kutsal mabedin yerine geçmişti. Kutsal Mekân anlayışının yerini Kutsal Toplum (Kilise) almış, Tanrı'nın bir tapınakta değil her yerde olduğu ilan edilerek; bir bakıma Yahudilerin kutsal merkezi Kudüs'ten Roma'ya kaydırılmıştı. Özetle, Paul ve takipçisi olan Yahudiler için, Hıristiyanlaşmak, daha evrensel bir Yahudiliğe terfi etmekti.

Haldun Samman, Aziz Paul'ün evrenselci bir restorasyonla Roma dünyasının güç merkezine yaklaşması ile, Theodor Herzl'in ulusçu bir yaklaşımla kapitalist Batı dünyasının güç merkezine yaklaşma çabasını aynı niyetli girişimler olarak görüyor. Roma dünyasının evrenselliğine karşıt olarak, bizim modern dünya-sistemimizde kimlikler ulusçu (yani yerel) bir çerçevede tanımlanıyor. Kutsal Roma İmparatorluğu veya Osmanlı gibi geniş siyasaların yerini, Fransız, Alman, Arap veya Türk devletleri aldı.Theodor Herzl'in yaşadığı dünyada evrenselci değil, ulusçu kimlikler revaçtaydı. O da Yahudi devleti hülyasına kapılmadan önce, elinden geleni yaparak Avusturyalı olmaya çalıştı. Fakat bu arzusu kursağında kaldı; çünkü içinde yaşadığı dünyada kendini Avusturyalı, Alman veya Fransız sayanlar için Yahudi, yabancı demekti: İncil'in Filistin'ine sürülmesi gereken yabancılar. Yahudiler, Avrupalı beyazlar için, "Doğulu Öteki"nin parçasıydı ve kendi doğal habitatlarına geri gönderilmeliydiler. Onlara göre, vaftiz edilmiş bir Yahudi bile Doğuluydu.

Yahudi Devleti ütopyasının kurucu babası Theodor Herzl, Avrupalıların bu ırkçı söylemini reddetmek yerine, harfiyen benimseyerek Siyonizm ideolojisinin hamuruna kattı. Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak suretiyle, Avrupa medeniyetine katılabileceklerini; bunu hakkıyla gerçekleştirebilmek için de, onlar gibi Asyalıları "ötekileştirmeleri" gerektiğini vaz etti. Siyonizm, modern ırkçılığın, kadîm bir dünya görüşüyle harmanlanmasıdır. Temel hesap, mevcut dünya sisteminin merkezî güçlerine "yamanarak" ayakta durmaktır. Bu, her türlü kalıcı barışı dışlayan bir hesaptır. Modern Yahudinin zihnine ve kalbine öyle bir bilinç aşılanıyor ki, barış ile ihanet özdeşleşiyor.

Üç radikal kamp: Amerikancılar, İsrailciler, Türkiyeciler

Türkiye başbakanının yeni İsrail saldırılarına verdiği tepki, diplomatik teamülleri bir yana bırakan normal bir insanın, anormal bir devlete tepkisidir. Modern uluslararası sistem, her ulusal devletin kendi ulusuyla ilişkilerini düzenleyen bir temel yasasının (anayasa) ve kendini diğer devletlerden ayıran net sınırlarının olmasını gerektiriyor. İsrail adı verilen ulus-devletin ise ne anayasası vardır, ne de uluslararası kademede ilan edilmiş sınırları. Yeryüzündeki herhangi bir Yahudi, İsrail'e göç etme hakkına sahiptir. Yahudi olmayan İsrailliler (Filistinliler) ise birçok temel hakka sahip değildir. İsrail 'normal' bir ulus-devlet değildir ve onun bu istisnai statüsünün korunması ve meşrulaştırılması, modern/kapitalist sistemin önemli çelişkilerinden biridir.

İsrail devletinin yarım yüzyıl önceki kuruluşu, aynı zamanda 'Yahudi Meselesi'nin Avrupa'dan Asya'ya, Hıristiyan dünyadan Müslüman dünyaya ihraç edilmesiydi. Müslümanların hiçbir zaman büyük ölçekli bir Yahudi meselesi olmamışken, Anti-Semitizm Avrupa tarihinin kalın hatlarından birini oluştura geldi. Yirminci yüzyılın iki büyük savaşı arasında Nazi Almanya'sında yaşananlar, bütün olumsuz görüntülerine rağmen, Theodor Herzl'in rüyasını gerçekleştirmek bakımından katalizör rolü oynadı. Nazilerle Siyonistler arasında gizli ilişkiler olduğunu ileri sürenler, büsbütün temelsiz konuşuyor değiller.İsrail modern devletlerarası sistem bakımından anormal bir konumdadır. Çünkü, yeryüzündeki bütün ulusal devletlerden farklı olarak, bir Yahudi devleti sıfatıyla kuruldu. Buradaki "Yahudi" kavramı hem Hrıstiyan ve Müslümandan, hem de Fransız, Arap veya Çinliden farklıdır. Yahudi devleti; millî, dinî, kültürel, idarî ve siyasî bakımlardan dünyadaki bütün devletlerden farklıdır. İsrail, "kendi yurttaşlarının, kendi halkının egemen ve bağımsız devleti" değildir. Aksine, Yahudi halkının devletidir, yeryüzündeki bütün Yahudilerin. Orta Doğu'yu saran kan karşısında Türkiye'nin nasıl bir tavır alması gerektiğine dair üç temel yaklaşım var: İsrailci yaklaşım, Amerikancı yaklaşım ve Türkiyeci yaklaşım. Medyanın önemli bir kısmına hakim olan İsrailci yaklaşıma göre, asıl problem Hamas ve Hizbullah'tır. Bunlar terörist gruplardır ve Orta Doğu'nun selameti için acilen yok edilmelidirler. Gerçek şu ki, eğer halklarının temsilcisi olan hakiki bir Filistin veya Lübnan devleti mevcut olsaydı, ne Hamas'a ihtiyaç olurdu, ne Hizbullah'a. Bu iki örgüt, yapay sınırlarla bölünmüş iki Arap halkının bağrından fışkıran "müdafayı hukuk ve kuvayı milliye" hareketleridir. Sadece millî haklarını korumakta veya talep etmektedirler.

Amerikancı yaklaşım, Türkiye'nin Orta Doğu'ya ABD'nin yedeğinde müdahale etmesinin "ulusal çıkarlarımıza" uygunluğunu savunmaktadır. 1 Mart tezkeresinin TBMM'den geçmemiş olmasını "tarihî bir hata" sayan bu yaklaşım, PKK veya Kerkük gibi sorunlarımızın da ancak Amerikan himayesinde çözülebileceğine inanmaktadır. Buna yeni-mandacı yaklaşım da diyebiliriz.

İlk iki yaklaşıma mensup olanların Yeni-Osmanlıcı diye hafife aldıkları Türkiyeci yaklaşım ise, Türkiye'nin gücüyle mütenasip bir şekilde ve tamamen kendi inisiyatifiyle gelişmelere müdahil olması gerektiğini savunmaktadır. Türkiyecilik, karşıtlarının da adeta içgüdüyle işaret ettikleri üzere, bir nevi Osmanlıcılık demektir. Jeopolitik ve jeokültürel bağlamda Osmanlıcı olmadan Türkiyeci olmak artık mümkün değildir. Jeopolitik ve jeokültürü tamamlayan unsur ise jeoekonomidir. Başta petrol olmak üzere, bölge kaynakları üzerindeki bölge-dışı nüfuzun kırılması gerekmektedir. Bunun sağlanmasında, askerî güçten bile daha etkili olacak faktör, finanstır. İslam ülkelerinin sermaye fazlası bölge dışı ülkelerin para ve sermaye piyasalarına aktıkça, hiçbir etkili savunma mekanizması geliştirilemez. Türkiye'ye 1990'larda Demirel ve bakıyesi hükümetlerin vurduğu darbe sayesinde, bölge sermayesini ülkemize çekebilecek yapı ve mekanizmalar oluşturulamadı. Merkez Bankası eski başkanlarından Yavuz Canevi, 1995'de İsrail'den dönerken şu açıklamayı yapmıştı: "Tel Aviv Borsası'nın konferansında İngilizler, Amerikalılar vardı. İsrailliler Tel Aviv Borsası'nı pazarlamaya çalışıyorlar. (Oslo) Barış harekâtından sonra çok heyecanlılar.

Bölgede itici güç olacağız, İsrail çok gelişecek diyorlar. Hatta bir İngiliz yatırımcıya, 'Tel Aviv Borsası bölgede bir merkez olma iddiasına ne dersiniz?' diye soruldu. Bizim orada olduğumuzu bilmeyen İngiliz, 'Bu bölgede bir malî merkez olacaksa, İstanbul'dan başkası olamaz,' dedi." (Forum, Mayıs 1995, s. 14.)Evet, önce Türkiye'nin beli kırıldı, sonra sıra Filistin'e geldi. Filistin'e ve tüm Orta Doğu'ya. Kalkış noktası yine Türkiye olacaktır. Mandacılar istemese de!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi