T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 6 AĞUSTOS 2006 PAZAR | ||
|
|
En kötüsü ne, biliyor musun? Bulup bulup yitirmek.. hiç, meyus bir aslan yüzüyle karşılaştın mı? Ya da pençesini avının sırtına atmak üzereyken onu kaçıran bir kaplanın düştüğü hayal yıkıntısıyla?.. Bir şey olmamış gibi geri dönerler ve burunlarının ucuna konmak üzere olan bir sineği şöyle bir silkelenerek kovalarlar. Sanırsın ki, o sırada dünyada yapılabilecek en önemli iş odur: o sinek oradan kovulunca bu dünyada başarılması gereken iş tamamlanmıştır ve gerisi boştur.. sırt üstü yatıp gerneşebilirsin.. *** İşte, hayatın devam ettiğini düşünüyorum. Önümde kat edilecek daha çok mesafe var. Onu ele geçirdiğimi sandığım her seferinde, elimden kayıp gitmesine ne anlam vermeli-yim? Bir anlamı bulunmalı bunun. Yoksa filozofumuz mu haklı: eğer bir şey sürekli yineleniyorsa o şey abese dönüşür. Bu bir ceza hükmüdür. Sanırım filozofumuz, tezini inşa ettiği temel kaziyeyi bu fikirden almış: Dosto da, bir katili bile titretecek cezanın, ona yaptığı hizmetin faydasızlığını ve anlamsızlığını bildirmektir diyordu. Benim üstünde yürüdüğüm arayış sonuçsuz olabilir, ama asla onun faydasız ve anlamsız bir iş olduğunu düşünmüyorum. Düşünmedim. Ben hiç kilerlere, sandık odalarına, o işe yaramayan karanlık bölmeçlerin çukurlarına kapatılarak cezalandırılmadım. Çocukluğumdan bahsediyorum. Ama aramızda bu tür cezalara reva görülen arkadaşlarımızın olduğunu biliyor(d)um. Yüzü sapsarıydı. Elleri de titriyordu sanırım. Ne olduğunu sormadım ona. Sorsam gücenebilirdi. Ama sormayınca, kendiliğinden anlatırdı. İzzeti nefsiyle oynanmamalıydı. Bir süre konuşmadan dut ağacının altındaki tümsekte çöküp kaldık. Sonra ağır ağır başladı anlatmaya: "Gece beni kilere kilitlediler. Ben orda bir defasında bir lağım faresi görmüştüm. Kocaman. Kedimiz bile korkmuştu o koca kara kazuletten. Kapıyı yumrukladım. Babam müsaade etmiyordu ordan çıkmama. Neden sonra, annem karnımı doyurmaya dürüm getirdi. Ama beni salıvermeyi göze alamadı. Orada uyuyakalırsam o kazuletin beni kemireceğini düşünerek acı çekiyordum. Öylece uyumuşum. Oradan hiç çıkartılmayacağımı düşünüyordum." Umutsuz bekleyişin ne büyük ceza olduğunu daha ceza üzerine hiç fikrim yokken bile kavramıştım. Kapatılmış olmak bir başına esaslı bir cezadır. Bunun ömür boyu oluşu aynı cezayı katmerli hale getirir. Fare tarafından ısırılma, kemirilme korkusu falan.. onlar ceza değildir, onlar işkence kapsamına girer. Kapatılmışlığın ne olduğunu iyi kavramak gerekiyor. Kapatılmışlık yalnızca etrafı dört duvarla kapatılmış olmak demek değildir. Kapatılmış olmak, oradan bir çıkış deliği bulunmamak demektir. Kişinin o mekânı öyle farz etmesi yeterlidir, o kadar. Kapalı yerde kalma korkusu olan biri, her yanı açık sanılan bir köprünün üstünde bile kendini kapatılmış olarak duyumsayabilir. Avcının -insan avcı veya avcı hayvan- avını her defasında elinden kaçırışı, ona kapatılmışlık, yasaklı olma duygusunu vermez: o, avını sürgit yakalayamasa bile avcı daima umuduyla birlikte yoluna devam eder. Elinin boşa gelişi avcıyı mutlak meyusluğa sevk etmez. Öyle olsa, zaten avlanma güdüsünü yitirir. O zaman burnunun ucundaki sineği bile kovmaya mecal bulamaz kendinde. Ben, o yitiğimin ardından koşarken, onu arama çabamı sürdürürken hiç umutsuzluk yaşamadım. Bu boşa çıkmış teşebbüsü de arayışın ve sonunda tecelli edecek başarının, dolayısıyla sürecin bir evresi olarak gördüm. Elden kaçırma veya yitirme, hayır, kapatılmış olmakla eşanlamlı değildir.
|
![]()
| ||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |