T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 10 AĞUSTOS 2006 PERŞEMBE | ||
|
Alternatif tarihi okuması denilince, tabii olarak, ilk aklımıza gelen Osmanlı'nın son dönemi ve özellikle cumhuriyetin kuruluş aşamasında yaşanan olaylara ilişkin tartışmalar akla gelir. Kurgulanmış tarihin öğrettikleri ile sakladıkları arasındaki gerilim büyük bir kesim için siyasal duruşun tek alamet-i farikasıdır. Kurgulanmış ve konuşulması yasak (resmi-gayri resmi) tarih ikilemi bu kadar keskin çizgiyle birbirinden ayrıldığı sürece, ideolojik tarihçilik rakip siyasal retorikleri beslemeye devam edecek demektir. Daha çok yakın tarihimizin belli dönemiyle sınırlı alternatif tarih okumasının dışında bize uzak duran ama hayatımızı doğrudan etkileyecek alanlarda daha karmaşık bir tarihi ilgisi 'siyaset gereği' ilgi oluşturulmadı. İçinden geçtiğimiz küresel siyasetlerin anlaşılmasında, özellikle Soğuk Savaş şartlarını oluşturan süreçlere ilişkin, retorikten ileriye geçen siyaset-tarih ilişkisi kurulmuyor. Bir zamanlar solun antiemperyalizm adına geliştirdiği söylem ise eksik olmakla kalmayıp Sovyet hanesine yazılan bir propaganda olarak algılandı. Geçtiğimiz günlerde İkinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren iki atom bombasının Japonya'ya atılmasının 60. yıldönümü anıldı. Önce Hiroşima daha sonra Nagazaki'ye atılan iki atom bombası yüz binlerce sivilin katledilmesiyle sonuçlandı. Ve bu kan banyosunun üzerinden "hür dünya"nın faşizme karşı zaferini ilan eden Japonya'nın teslimi ile II.Dünya Savaşı resmen sona erdi. Resmi söylem, yüz binlerce sivilin hayatına mal olsa da hür dünyanın kurtarıldığı söylemi üzerine kuruldu. İkinci Dünya Savaşı tarihine biraz yakından bakanların bildiği üzre Japonya'nın teslim olup savaşın sona ermesi için iki atom bombasının atılmasına gerek yoktu. Zaten Japonya savaşı sürdüremeyecek, yenilmiş durumdaydı. Amerika'nın, savaşın siyasal sonuçları üzerindeki kesin belirleyiciliğini teyit etmekten başka bir amacının olmadığı çok açıktı. Yani savaşın galibi unvanını Sovyetler'e kaptırmak istemeyen Amerika peş peşe attığı iki atom bombasıyla hem nükleer üstünlüğü ele geçirmiş hem de Soğuk Savaş döneminde belirleyiciliği pozisyonunu ele geçirmiş oldu. Hiroşima ve Nagazaki'de patlayan atom bombaları Japonya'dan çok Soğuk Savaştaki rakibi olacak Sovyetler'e karşı atılmıştı. Kurban olarak ise yüz binlerce Japon seçilmişti. Hiroşima ve Nagazaki'den altmış yııl sonra İsrail'in bombaladığı Kana'da ortaya çıkan katliam manzarası benzer bir ahlak sorununu ortaya seriyor. Kurgulanmış tarihe malzeme olması adına yüz binlerce sivilin hayatına mal olan iki atom bombası atmakta ahlaki bir sorun görmeyen bir medeniyetin çocukları bugün ölen sivillerin değeri hakkında ahlaki ayrım yapabiliyorlar. İsrail'in şehirleri bombalayarak, iddia ettiğinin aksine, neden sivilleri kalkan olarak kullandığının, Amerika'nın neden ölen İsraillilerle Lübnanlı sivilleri "ahlaken eşit görmediği"nin temellerini Hiroşima ve Nagazaki'de aramak gerekir. Yüz binlerce insanı kendi hegemonyası için bir anda yok etmekten çekinmeyen bir devletin neden İsrail'in nükleer silahına ses çıkarmadığını anlayabiliyoruz. Neden, İsrail Başbakanı'nın, bölgedeki ülkelere ders vermek için bu kadar kan döktüğünü ve buna kimlerin destek verdiğini anlayabiliyoruz. Hiroşima ve Nagazaki katliamının 60. yıldönümünde Kana katliamının yaşanması sembolik bir benzeşmeden ibaret değil. Çökmüş bir medeniyetin insanlığa sunabildiği son mesaj... ABD'nin, hegemonyasını zirveye oturtmak için Hiroşima ve Nagazaki gibi bir insanlık suçunu işleme ihtiyacını duyması üzerinde düşünmeli insanlık. Ve bir de Ortadoğu'ya evrensel değerler pazarlayanların dünyaya takdim edeceği geleceği... Yeni Ortadoğu, benzer bir insanlık suçu işlenerek inşa edilmek isteniyor. "Nükleer silahlar olmasın" türü siyasetten arındırılmış bir söylem ancak nükleer güç sahiplerinin işine yarıyor. Bir bakıma Batı'nın vicdanını rahatlatıyor. İşlenen bu 'nükleer insanlık suçu' üzerine kurulu bir dünyayı ve değerlerini sorgulamadan ne sömürüye karşı çıkabilirsiniz ne de İsrail'in kan dökmesini engelleyebilirsiniz. İsrail, küresel oynamak isteyen küçük Amerika rolünde çünkü. Sayıdan çok liderlerin söylem ve ahlaki yaklaşımına bakın: Yüz binlerce masumun katledilmesi ile yüzlercesinin arasında ne fark olabilir ...Ahlaken tükenmiş hiçbir medeniyet de kalıcı olamaz.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |