T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 10 AĞUSTOS 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Davut DURSUN

Kral Abdullah'ın ziyareti ve yeni bir dönem

Türkiye altmışlı yılların ortalarına kadar sürdürdüğü "tek yanlı Batıcılık" politikasının hatalı bir tercih olduğunu ancak Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler'de görüşülmesi sırasında yapılan oylama sonunda anlayabilmiştir. Oylama sonucu Türkiye'yi deyim yerindeyse çıplak gerçekle karşı karşıya getirmiştir. Hiçbir Batılı müttefik Türkiye lehine oy vermemiş ve Türkiye'yi Kıbrıs konusunda haklı görmemişti! Buna karşılık o güne kadar Türkiye'nin ısrarla sırtını döndüğü ve hiçbir biçimde aynı yerde ve yönde görünmek istemediği İslam ülkeleri ve Ortadoğu'daki komşuları ise Türkiye tezine destek vermişlerdi.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin Ortadoğu ülkelerinden yana tek olumlu politikası Birleşmiş Milletler'in gündemindeki Filistin sorununun geleceğinin tartışılmasında Filistin'in Araplar ve Yahudiler arasında iki ayrı devlete "taksim" edilmesi tezine Arap ülkeleriyle birlikte karşı çıkması ve aleyhte oy kullanması olmuştu. Bu Arap komşularımızda memnuniyet uyandırmıştı.

Ama hepsi bu kadarla kalmıştı. Taksim kararına hayır oyu vermemize rağmen Filistin bölgesi Arap ile Yahudiler arasında, bölgeyle hiçbir ilgisi bulunmayan ülkelerin olumlu oylarıyla bölünmüş ve İsrail devleti kurulmuştur. Türkiye "taksim" kararındaki hayır oyunu bir tarafa bırakarak mevcut durumu dikkate alıp politika değişikliği yapmış ve Batı dünyasının desteğine sahip İsrail devletini tanımakla kalmamış ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirme yönünde çabalar göstermiştir.

Böylece BM'de Filistin sorununun görüşmesi vesilesiyle başlayan iyi ilişkiler son bulmuş Türkiye ile Arap ülkeleri arasında ilişkiler sorunlu hale gelmiştir. Bilindiği gibi Türkiye savaş sonrasının dünya sisteminde Batı Bloku'nu tercih etmiş ve Batı ülkeleriyle yakınlaşmak için ciddi politika değişiklikleri yapmıştır. İşte bu süreçte Türkiye Ortadoğu ülkelerine sırtını dönmüş ve altmışların ortalarına kadar bölgede hep Batılı sömürgeci ülkelerle birlikte hareket etmiştir.

Altmışların ortasında Türkiye'de ve dünyada ortaya çıkan gelişmeler dış politikada yeni stratejilerin geliştirilmesine imkan vermiştir. Zira bloklar arasında başlayan "yumuşama" Türkiye'nin Batı dışı ülkelerle ilişkileri geliştirmesine kapı aralamıştır. O güne kadar her konuda Batılı müttefikleri gücendirmemek adına onların tezlerine tereddütsüz destek veren Türkiye'nin 1964'teki Kıbrıs sorunu konusunda karşılaştığı sonuç bütün umutları boşa çıkarmış ve izlenen politikaların yanlışlığı ortaya çıkmıştır.

İşte böyle bir arka plana sahip Türkiye'nin altmışların ortasından itibaren dış politikasını çeşitlendirmesi, Batılı müttefiklerin yanında Doğu Bloku ve İslam dünyası ülkeleriyle de ilişkileri geliştirmeye yönelmesi yeni ilişkiler, organizasyonlar ve işbirliği çabaları yaratmıştır.

Bu süreçte Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerin tesisi ve geliştirilmesinde Suudi Arabistan'ın çok önemli ve temel bir role sahip olduğunu söylemek mümkün. Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu Batı yanlısı ılımlı ülkelerle Sovyet yanlısı Ret Cephesi ülkeleri arasında bölünmüştü. Batı ile ve özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'yle her zaman önemli ilişkilere sahip olan Suudi Arabistan ılımlı ülkeler grubunun lideri konumunda görülürken Mısır da karşıt cephenin öncü ülkesiydi. Batı ittifakı içerisinde olması nedeniyle Türkiye'nin Ortadoğu'daki ılımlı Batı yanlısı ülkelerle ilişkileri geliştirmesi diğerlerine göre daha kolay olmuştur. Bu cümleden olarak Suudi Arabistan'ın yanı sıra İran, Ürdün ve Körfez ülkeleri ile de iyi ilişkiler tesis edilmiştir. Buna karşılık Irak, Suriye, Güney Yemen ve Mısır ile ilişkiler her zaman sorunlu bir görünüm vermiştir.

Önceki yazıda değindiğimiz gibi Melik Faysal'ın altmışların ortasında Türkiye'yi resmen ziyaret etmesi bu ilişkilerin geliştirilmesinde önemli olmuştur. Yetmişlerde İslam Konferansı çerçevesinde ilişkiler daha da ileri götürülmüş ve çeşitlendirilmiştir. Seksenli yılların başında Türkiye, askeri yönetim nedeniyle Batı dünyasıyla sorunlar yaşarken bu boşluğu Ortadoğu'daki ılımlı ülkelerle her düzeyde ilişkileri geliştirerek kapatamaya yönelmiştir.

Suudi Arabistan Türk müteahhitlik hizmetleri ve işgücü için çok önemli bir deneyim olmuştur. Bu ülkede Türk müteşebbislerin kazandıkları ihaleler ve tamamlayıp hizmete soktukları tesisler büyük takdir toplamıştır. Bugün Melik Abdullah'ın görkemli ziyaretiyle Türk-Suudi Arabistan ilişkileri yeni bir ivme kazanmış ve ileri merhalelere taşınmıştır. Bunun yeni bir dönüm noktası olduğunu ve bölgede iki önemli gücün işbirliğiyle önemli projelerin altından kalkılacağını söylemek gerekir.

Suudi Arabistan'ı merkeze almadan bir Ortadoğu politikası oluşturulamayacağı gibi bu ülkenin destek vermediği bir siyasi ve ekonomik projenin başarıyla uygulanma şansının olmadığını da bilmek gerekiyor. Artık Türk devlet eliti ve halkın bir kısmının zihin derinliklerinde sahip oldukları Arap komşularımız hakkındaki anlamsız kanaat ve saplantıları yeniden gözden geçirme ve ileriye bakma zamanı gelmiştir. Geçmişte takılıp kalmanın ileriyi ipotek altına almak anlamına geldiğini unutmamak gerekir.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi