T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 10 AĞUSTOS 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Silah

Atom kelimesinin cismin bölünemeyen en küçük parçası olduğunu öğrendiğimde şaşkınlıktan nerdeyse dilimi yutacaktım. Nasıl olurdu? Bu, bir vuruşta dünyanın altını üstüne getirebilecek kerte güçlü "şey" nasıl olurdu da kavraması bile zor olan bir küçük parçacığa indirgenebilirdi? Kelimenin Türkçe'deki volümü de aslında bir "heyula" varlığı çağrıştırıyordu.

Ben atom kelimesini öğrendiğimde, öğrenmekle kalmayıp günlük hayatımda kullandığımda daha çok küçüktüm. Beş yaşında falandım. Takdir edersiniz ki, o yaşta bir çocuk kelimenin sözlük anlamından çok, ona yüklenen, onun çağrıştırdığı anlama bakar. O tarihte, yani benim beş yaşımı sürdüğüm tarihte, yani 1945 yılında atom kelimesine dünyanın bütün yükü bindirilmişti. Dahası da var: bu kelime, o günün dünyasında, biz çocukların bile gündelik kullanımında tedavül halindeydi. Çocuk oyunlarının arasında "atom bombası kullanmak" deyimi veya Hiroşima kelimesi hasmımızı toptan mahvetme anlamına geliyordu. Bize kimse atom bombasının mahiyeti üzerine tek kelime bile etmemişti. Böyleyken, biz onun ne anlama geldiğini biliyorduk. İnsanı, insanlığı toptan imha edecek güçte bir bomba olduğunu köküne kadar biliyorduk. Ve aradan bir zaman geçecek -ki o, çocukluğa değgin bir zaman olduğundan yaşlılara özgü zaman gibi çabuk geçen bir süre değildi, bilakis uzun, çok uzun birkaç yıl idi...- biz Köroğlu'nun destanıyla karşılaşacak ve onun yüzyıllar öncesinde "tüfek icat oldu mertlik bozuldu" mısraına vukuf peyda edecektik.

Çocuk muhayyilem ilkin, buradaki tüfeği yalnızca av tüfeği ile sınırlı tutmuştu. Ancak giderek işin öyle olmadığını, bombaların, topların, ve.. atom bombasının da, Köroğlu'nun mertliğe sığdıramadığı tüfekler arasında yer aldığını kavrayacaktık. Her ne kadar, kovboy filmlerinde kullanılan tabanca, bu mertlik konusunda kafamıza bir ölçek kuşku yüklemiş olsa da, gene de silah silahtır diyorduk. O kuşkunun nedeni şuydu: o filmlerde tabancalar karşılıklı çekilirdi, kim daha çabuk çekerse galip o oluyordu. Burada bir kalleşlik görmüyorduk. Ancak "Kıpırdama, eller yukarı!" uyarısı tehdidi, her şeye rağmen, rakibini apansız yakalamış olmanın işaretiydi. Dahası çoğunca, bu tehdit bir pusudan sonra gelirdi. Fakat burada, biz çocuklar her zaman bir kalleşlik görmezdik. Tehdit adamımızdan geldiğinde sevinirdik bile. Ama adamımız böyle bir tehdide uğrarsa eseflenir ve hasmımıza diş bilerdik. Ancak her halükarda, elinde tabanca tutan bir çocuğun bile, bir cihan pehlivanını, tetik üstünde oynattığı bir parmak kıpırtısıyla devireceğinin bilincindeydik. Bizim, o yıllardaki çocuk oyunlarımız arasında Hz. Ali ve muhalifleri olduğu gibi; beyaz Amerikalı ile Kızılderili hasımları da vardı. Ve bunlara Amerikalı karşısında, şimdi Japonlar da eklenmişti. Biz çocuklar, her defasında Amerikalı karşısında Japon olmayı tercih ederdik. Çünkü Japonları kendimize, Türklere benzetirdik. Onların da gözünü daldan budaktan esirgemeyen insanlar olduğu hususunda kesin bir kanımız vardı. O yıllarda Japon güreşçiler Türklerden sonra en iyiler arasındaydı. Böylesi yiğit, bahadır insanların bir bombayla, atom bombasıyla basitçe mağlup edilmekle kalmayıp mahvedilmesi bize giran geliyordu. Bu gerçeği içimize sindiremiyorduk. Bu öylesine bir köklü duyguydu ki, aradan yıllar geçti, aradan bu yıl itibariyle tamı tamına 61 yıl geçti ve biz bu kalleşliği hâlâ içimize sindiremedik ve bu gerçekliği hâlâ benimseyemedik. Çünkü mertçe bir davranış yoktu ortada. Ve bu kalleşliği cezalandırabilecek aygıt (düzenek) de görünmüyordu ortalarda. Hayır, öçten bahsetmiyorum. Kısası öneriyorum. Onu uygulayacak bir toplumsal örgütlenme de görünmüyordu yeryüzünde. Sonraki yıllarda o amerikan vahşetini aratmayacak vahşiliklerle de karşılaşacaktık.

Benim indimde, her türlü dövüşte, savaşta, çatışmada hasmına savunma fırsatı tanımayan savaşım adaletsizdir. Bunun yanında merhametsizdir. Bu kelimeler eşanlı olarak kalleşlikle anlamdaştır. Bir bidonu kendine siper yapmış baba ile çocuğunun kurşunlanmasında, bir dağ başında dört haydut tarafından kolları taşla kırılıp öldürülen delikanlı tablosunda, hep aynı kalleşliği, o atom bombasının savunmasız insanı öldürmesindeki kahredici duyguyu yaşadık, yaşıyoruz.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi