T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Üniversitenin güvenlik duvarları

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in şimdiye kadarki Cumhurbaşkanları arasında halkla ilişkiler açısından en zayıf olmasını bir kenara bırakarak, rektörlere halkla ilişkilerini geliştirme ve kampüslerine kapanıp kalmama yönündeki telkinlerini iyi tarafından alalım. Üniversiteler özellikle son on yıldır iyice gerileyen ilişkilerini yeniden tesis etmeye şiddetle ihtiyaç duyuyor. Doğrusu gecikmiş, yerinde bir tavsiyedir

Üniversitelerin halka borcu çok. Üniversiteler şu âna kadar halkın kendilerine verdiklerinin karşılığını veremedi. Aksine halka tepeden bakarak kendi içlerine kapandılar. Kendilerini halka finanse ettirerek halkın değerlerini hiçe saydılar.

Türkiye'de üniversite kampüslerinin şehrin genel yapısı içerisindeki konumu göz önünde bulundurulduğunda üniversitelerin halkla ilişkilerinin zayıf olmasının sanki özellikle istenmiş olduğu rahatlıkla düşünülebilir. Üniversitelerin mimarisi ve bilhassa kampus tasarımları (bugünkü deyimiyle "yerleşkeler") kendi başına bir şehir havasında. Şehrin bir hayli uzağında, şehrin tamamından ayrı, "kendine-yeterlik" iddiasında ve bir hayli izole bir yapılanmaya dayanıyor. Hele bir de bilim adamı kampus alanı içerisindeki lojmanlarda oturuyorsa, içinde bulunduğu şehirle doğru dürüst bir temas kurmadan haftalarca yaşayabilir.

Bu yapılanma tarzı bilim yuvalarını hayatın diğer alanlarından bir anda koparıveriyor. Bir üniversitenin içine girmek için, sizi şehrin geri kalan kısmından koparan birkaç prosedür izliyorsunuz. Her şeyden önce uzun bir mesafeyi göze almalısınız. Akabinde üniversite kampusünün kapısında konuşlanmış olan güvenlik güçlerine kampus alanında ne işiniz olduğunu anlatmak zorundasınız. Bu ikili süreç bilim alanına girerken hayatın normal alanını geride bırakmanız gerektiği hissi verir.

Batı'da üniversite yerleşkelerinin bu tarzı üzerine bir hayli tartışma yürütülür. Halkla, şehirle ve hayatın diğer alanlarıyla bu kadar izole bir yerleşke düzeninin üretilen bilime de bir yansımasının olacağına, bilimi hayattan koparabileceğine dair kaygılar sıkça dillendirilir.

Yine de dünyanın hiçbir yerinde (en azından şu âna kadar gezdiğim birçok ülkenin birçok üniversitesinde) bizdeki gibi üniversite girişlerinde kimlik soran veya üniversitenin içinde ne işiniz olduğunu sorgulayan, bir izahatta bulunmadığınız taktirde sizi kapıdan çeviren bir tür "nizamiye" kapısı bulunmaz.

Dünyanın en kaliteli üniversitelerinin önemli bir kısmı zaten şehrin bir parçası. Bir sokaktan diğerine geçerken üniversite alanının içine girmiş olduğunuzu fark etmezsiniz bile. Üniversitelerin değişik birimlerinden, bilhassa kütüphanelerinden faydalanmak için üniversite mensubu olmanız gerekmiyor. Belki dışarıya ödünç kitap çıkarmak için öğrenci veya üniversite mensubu olmanız gerekebilir, ama giriş çıkışlara ve orada faydalanmaya hiç kimse karışmaz.

İstediğiniz hocanın dersini takip etmek isteyebilirsiniz. Bunun için üniversite yönetiminden değil, sadece o dersin hocasından izin almanız gerekebilir. Bu durum üniversitelere giriş-çıkışları halk açısından o kadar kolay kılıyor ki, üniversite-halk ilişkisini tesis etmek diye bir sorundan bahsetmek bile abestir. Üniversiteler zaten halka aittir. Mümkün olan herkesin faydalanması üniversitenin canına minnet. Ne kadar çok kişi gelip faydalanabilirse, üniversitenin üniversite olma niteliği o kadar gerçek olur. Üniversiteden bilgi alınınca üniversitenin toplam bilgisi azalmaz. Aksine daha da artar. Üniversiteden faydalanmak isteyenin ne dinine ne kimliğine hiçbir şekilde bakılmaz. Üniversitenin misyonunun tam kapasite çalıştığının bir göstergesi, üniversiteden faydalananların kimliklerindeki çoğulluk ve zenginliktir. Üniversite dışlama değil içerme ilkesine göre çalışır.

Bizde ise en kaliteli üniversitelerden ODTÜ'nün bile kütüphanesinden faydalanmaya niyetlenseniz, kapıda önce görevliyi bir şekilde ikna etmek zorunda kalırsınız. İkna edebilirseniz kimliğiniz alınır, çıkışta da binmiş olduğunuz minibüsten inip sonradan gelen başka bir minibüse binmek zorunda kalırsınız. Bu kadar zahmet o kadar normal bir şey olarak kanıksanmıştır ki, kimse bunu sorgulamıyor bile. ODTÜ mezunuysanız bile aynı işleme tâbi oluyorsunuz. Birçok üniversitede kimliğini yanına almayı unutmuş öğrencilerin üniversiteye giremedikleriyle ilgili bir sürü hikaye dinleyebilirsiniz.

Üniversite-halk ilişkisine değinmişken bence işe üniversite yerleşkelerinin halka kendini zorunlu olarak kapatan bir tür akademisyen gettosuna dönüşmüş olan bu yapılanmasını bir gözden geçirerek başlamak gerekiyor.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi