T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 12 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ | ||
Vakit saat geldi, yaz kemale erdi. Zaman zaman araya parça bulut atsa da, güneş ekseriya tepemizde delleniyor. Başka türlüsü beklenemez, kızgın güneş vurdukça kafalarda da fikirler delleniyor. Kanaatler ipini koparıyor. Keçiler akşam serinliklerinde geri dönseler de, gündüz boyu kaçıkaçıveriyor. Bu şartlar altında kalemi kağıda çekmek de hiç kolay olmuyor. Yazarlığın zor zamanları dünya "yaz" dediğinde başlıyor. Bu yüzdendir ki, bilemediniz üç buçuk-dört ay idare edeceksiniz kalem erbabını. Cümle zevat güneş altında pelteleşirken, bizim de canımız var, herhalde bizde de bir şeyler eriyecek. Bakınız ben buna rağmen oturmuş bir şeyler karalıyorum, serbest vezin tespitler diyelim, bağlam mağlam yok, yanında soğuk bir şeyler için, okuyun, eğlenin, sakın ola yaz günü yazı derdiyle yazar milletinin canını sıkmayın, ruhunu daraltmayın, ahını almayın! Unutmayın yazar sözcüğü yaz mevsiminden türetilmemiştir. Daha kışlık bir uğraştır. Zannımca öyledir, çünkü kapalı mekanın kış cazibesi daha başkadır. Sıcak bir ortam, demli bir çay, hafif bir müzik, neredeyse kendi kendine yazacak bir klavye... Oysa şimdi, pişmiş bir kafayla, tuşları parmaklarıma yapışan bir klavyeyle ve aksiliği üstünde ilham perileriyle uğraşıyorum. Söylediklerime bakarak yaz mevsiminden nefret ettiğimi, kışı özlediğimi filan sanmayın. Ben her mevsimi severim. Domatesin, hıyarın, sivri biberin bu kadar güzel menemen koktuğu bir mevsimi kim sevmez. Bir de etrafta bir deniz olsa, esintisi yüzümüze vursa, uzun menzilli düşüncelere dalsak, öyle ki aklımızdan gelip geçenler birkaç saat sonra karşı kıyıya vursa, sonra kulaç ataraktan yeniden bize dönse... Demem o ki, güneş insanı çığrından çıkarıyor, gündelik hayatınıza sığamaz oluyorsunuz. Şu da olsa, bu da olsa diye ruhunuza üşüşen hayallerle hayal manyağı oluyorsunuz. Ama eliniz kolunuz bağlı... İple, halatla, urganla değilse bile, kelimelerle bağlı, harflerle bağlı... Yazmak fiilinin emir kipiyle, bu baştan çıkarıcı mevsimin aynı kelimede tevafuk etmesi ne tuhaf... Benim oturduğum şehir, denize epeyce uzak... Bu vesileyle Boğaz'da bir yalıda ikamet etmediğimi de öğrenmiş oluyorsunuz. En yakın denize beş saat uzak mesafede oturuyorum. Yine de can evimin her yerinden gözüme denizler görünüyor. Bu muhabbeti burada kesmeliyim; böyle ne bu yazı biter, ne de bu yaz... En iyisi mis gibi bir menemene tav olup, arkasına buz gibi bir karpuz ve onun arkasına da okkalı bir bardak çay eklemek... Solgun ten, aksak ruh ve seyrek ilham düzeniyle iyi gider bu mönü... Deniz bu yıl da kafamızın içinde dalgalanıp duracak anlaşılan... Arada bir dalıp gideceğiz, o iç denizin sularında salınan bir sandaldan mehtabı seyredeceğiz. Neyse ki hayatımızın kısa kaldığı yerde hayalleri ve kelimeleri devreye sokmak gibi bir kolaylığımız var. Buna da şükür... Bütün yazı denizin içinde geçirip de denizi göremeyenlerden değiliz. Buna da şükür... Yakın bir denizimiz yoksa da, içimizin gelgiti hiç bitmiyor. Vallahi sevgili okur, parmağının ucunu sadece birkaç kez denizle temas ettirmiş bir yazar olarak rahatlıkla iddia edebilirim ki dünyanın bütün denizleriyle sıkı fıkı benim ruhum. Biliyorum dünyanın hiçbir denizinden daha büyük değilim. Onlar gelip benim hayatımın kenarına asla birikmeyecekler. Benim pılımı pırtımı toplayıp bir denizin kenarına çöreklenmem gerekiyor. Belki bir gün, neden olmasın, kırmızı bir Perşembe günü, umut büyür deniz olur. O umuda da şükür!
|
![]()
| ||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |