T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 12 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ | ||
|
|
Son ifade özgürlüğü ile ilgili davalara ve insan hakları savunucularına musallat olan bazı gruplar var. Kendilerini sivil toplum örgütü olarak tanıtıyorlar. Açıkladıkları düşünceler Türkiye'de bazı odakları rahatsız ettiği için haklarında soruşturma açılan, dava açılan ne kadar yazar-çizer, aydın, politikacı varsa onların davalarında 'o odaklar'dan yana taraf oluyorlar. Dolayısıyla sivil toplum örgütü falan değiller. Çünkü devletin resmi politikalarından yana olmakla sivil toplum örgütü olmak bağdaşan bir şey değil. Sivil toplum örgütü olmak zaten devletin o resmi politikalarına karşı çıkmaktır. Devletle yakından uzaktan bir bağlantıya, işbirliğine, fikir birliğine sahip olmamaktır. O nedenle bunlara, 'resmi toplum örgütleri' demek daha uygun düşer. Hatta 'toplum' lafı bile bu örgütler için gereksiz bir yakıştırma olur. İşte bu örgütler o davaları açtırabilmek için çoğunlukla savcılığa abuk sabuk iddalar içeren suç duyurusunda bulunuyor. Sonra da açtırdıkaları davaların duruşmalarına katılıyorlar. Mahkeme binalarına gidip işi yargılananlara yönelik fiili saldırıya kadar vardırıyorlar. Bu nedenle Türkiye'de özgür düşünen ve düşüncesini ifade etme cesaretine sahip olan insanların ve insan hakları savunucularının işi çok zor. Hem, sadece düşüncelerini ifade ettikleri için haksız davalara, soruşturmalara muhatap oluyorlar hem de mahkemelerde yargıçların, polisin gözü önünde hakaretlere uğruyor, saldırılara maruz kalıyorlar. Hemen her hafta bu duruma ilişkin örnekler görüyoruz. Geçen hafta yazar Perihan Mağden'in duruşmasında yaşananlar çok çarpıcı. Bu sefer o malum resmi örgütler, şehit yakınlarını ve bazı gazileri de Mağden'in duruşmasına getirmişler. Konu vicdani red ya da onlara bakılırsa, 'halkı askerlikten soğutma' meselesiyle ilgili. Mağden yazısında, "Vicdani red bir insan hakkıdır" dedi diye, yakınlarını PKK ile çatışmalarda kaybeden acılı ailelerin haklı acılarının istismar edileceği en doğal adres bu dava oldu. Verilmek istenen hava şuydu: Sanki şehit aileleri bu protestolarıyla, "bir evladımızı bu memleket için verdik, başka evlatlarımız da devlete feda olsun" diyorlar. ( Yağma yok, kimse evladının ölüme gitmesini ister mi? Evladım feda olsun der mi? Diyenlerin sayısı kaç, onu açıklasınlar.) Bunlar da kuşkusuz tartışılır ama, burada sorun vicdani red hakkının ifade edilme hakkıyla ilgili. Mağden ve daha birçok kişi, vicdani red hakkını kullanmak isteyen insanların bu hakka sahip olduğunu söylemek istiyor. Çünkü bu da artık evrensel insan haklarından biri. Daha işin başındayız. Konu bunu söyleyenlerin vicdani reddi benimseyip benimsememesi değil. Bunu ifade edebilmesi ile ilgili. İşte bu resmi örgütlerin, o resmi odaklarda kararlaştırılmış resmi görüşler çerçevesinde engellemeye çalıştıkları aslında bu. İfade özgürlüğünü engelleyebilmek. Davalarla, mahkemelerle, duruşmalarda yaşatılan terörle, saldırılarla, zavallı acılı şehit yakınlarının yanlış yere yönlendirilmiş nefretle karışık tepkileriyle, bunlar da yetmezse fiili saldırılarla ifade özgürlüğünün engellenebilmesini daha doğrusu gerçeklerin dile getirilmesini engellemeye çalışıyorlar. Ne zavallı bir çaba bu böyle. İşin acı olan tarafı, bütün bunlar yapılırken özgürlüklerden yana olan ve icraatıyle da böyle olduğunu zaman zaman gösteren bir hükümetin İçişleri Bakanı'nın bunlara seyirci kalması. Adalet Bakanı'nın ise mahkemelerde estirilen bu terör konusunda bir girişim yapmaması. İnsan hakları savunucuları, ifade özgürlüğü mağdurları, mahkeme binalarında yargıçların gözleri önünde hakarete uğruyor, tehdit ediliyor hatta tartaklanıyor. Bunu Avrupa Birliği gözlemcileri, yöneticileri, bütün dünya medyası görüyor, ama nedense ilgililer ve yetkililer göremiyor. AB Ortak Tutum Belgesi'nde ifade özgürlüğü konusunda şunlar söyleniyor: "İfade özgürlüğü ile ilgili ciddi kaygılar devam ediyor. Bunun yanısıra yasal sürece maruz bırakılma ihtimali ifade özgürlüğünün kullanımı konusunda kişilerin cesaretini kırabilir." Burada belli odakların hizmetindeki faşist avukatların uyduruk suç duyurularıyla açılan davalardan sözediliyor olmalı. Bu girişimlerin önlenebilmesi için yasaların daha da açık ve istismarı önleyecek hükümlerle donatılması gerekmez mi? Görüldüğü gibi ifade özgürlüğünden yana olmak sadece yasa çıkartmaktan ibaret değil. "İfade özgürlüğünün kullanımı konusunda kişilerin cesaretini kırabilecek" uygulamaların önünü kesmek de ciddi bir iş. Bu nedenle ifade özgürlüğüne saldırı timlerine karşı hükümetin daha kararlı bir tutum takınması gerekiyor. Yoksa onlarla aynı safta değerlendirilmekten kurtulamaz.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |