T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 12 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

İtikatta popülizm ve hurafeye inanma özgürlüğü

Diyanet İşleri Başkanlığı toplumumuzda bir şekilde yer bulan bidat ve hurafelerin bir haritasını çıkarmış. Amaç tabii ki İslam adına ortada gezinen inançların İslam'la ilgisinin olmadığını ortaya koymak. Yoksa isteyenin bidat ve hurafeye kişisel olarak inanmasına, bir şey diyeceği yoktur Diyanet'in. Tabii ki isteyen istediği hurafeye inanabilmelidir. Diyanet'in buna karıştığını sanmıyorum. Sonuçta memlekette din ve vicdan özgürlüğü varsa, bu aynı zamanda hurafelere inanma özgürlüğünü de kapsar.

Bazılarının inançlarının başkalarına hurafe görünmesi günümüz dünyasında bir sorun oluşturabilir. Çünkü hurafe yaftası bir inancın geçersizliğini ilan etmektir. Bir inancın geçersizliğini ancak ona inanmayan birileri ilan edebilir. İnanan ise onu bir inanç olarak benimsediği için ona hurafe demeyebilir. Bu konu aslında sanılandan daha karmaşık. Benim burada sözkonusu etmek istediğim başka: Hurafelerle ilgili mevzu her gündeme geldiğinde duymaya alıştığımız ilginç bir tepkiyle ilgili. Birileri bu dinin halk nezdinde kök salmış olmasının en önemli sebebinin bu hurafeler olduğundan dem vurarak İslam adına hurafelere saygıya davet ediyor. Başka birileri Cumhuriyet döneminde toplumun kutsallarına yapılan saldırıların bu hurafeler üzerinden yapılmış olmasına dikkat çekerek, hurafeleri savunmayı modernizme karşı bir savunma çizgisini korumakla özdeşleştiriyor.

Okumuş yazmış insanların, üstelik elitist (havasçı) bir gururla, halkın (avamın) cehaletini bu şekilde kutsamalarını anlamak gerçekten mümkün değil. Kendi kulvarından olanlara karşı büyüklenmenin yolunu, normalde aşağıladığı halkın her davranışına bir bilgelik ve keramet yakıştırmakta bulmaları gerçekten tuhaf, ama anlaşılmaz değil. Avrupa aydınlanmacıları da bir yandan köylüleri aşağılarken, diğer yandan nostalji yoluyla estetik bir köylülük övgüsü yapıyordu. Övgüsü yapılan köylülüğün tabii ki hiçbir gerçekliği yoktu. Tamamen romantik bir edebiyatla canlandırılan bir şeydi.

Halkın her yaptığına neredeyse bir masumiyet atfedilmesi hiçbir tarafa faydası olmayan bir tür itikadi populizmdir. Onca yıl okuduktan sonra okur-yazmaz halkımızın bilgeliğini keşfedip ona teslim olmaya davet etmek ayrıca garip. Okuyup yazmadan her şey bilinebiliyorsa ne işimiz var mürekkeple, kâğıtla? Karışalım Oruç Baba kalabalığına, bilgeliğe doyalım. Bu kadar mürekkep yaladıktan sonra, cehalet mahsulü şeylere güzellemeler yapmak noktasına gelinmesi doğrusu tam bir ilim israfı.

Halk dediğimiz yekpare bir bütün değil. Samimiyetle dindar olanları veya olmayanları kuşkusuz vardır. Okuyup yazmadan da bilge olanları da. Ancak unutmamak gerekir ki, hurafeler çoğu kez halk aklının Tanrı'yı aldatıp bir çok şeyi ucuza kapatma uyanıklığından ileri gelir. Dinin meşakkatli yolu biraz daha bedel ödemeyi gerektirir. Avam, o uzun yola girmeyi göze almaz. Daha basit, daha köksüz yollarla istediği tarz bir dinsellik üretip onunla giderir inanç ihtiyacını. Zannedildiğinin aksine hurafeler, insanları daha fazla laikleştiriyor. Çünkü dinle ilişkiyi hayatla hiçbir bağı olmayan eğreti ritüellere indirgiyor.

Bu arada modern dönemde İslam'a hurafeler üzerinden bir savaş açılmış diye hurafeleri toptan sahiplenmek de başka bir hurafe. Başta, gelen saldırı dalgaları karşısında toparlanmaya vakit olmadan önce bir refleks olarak bu anlaşılabilir, ama aradan geçen süre aklımızın başına gelmiş olmasına yetmiş olmalı.

Ayrıca bu dönemde din politikalarında çok büyük yanlışlar var diye her şey yanlış yapılmış olamaz. Bu konuda da artık hurafeleşmiş bir yaklaşım alışkanlığını bırakmak lazım: Cumhuriyet döneminin en doğru politikalarından biri hurafeci din anlayışına karşı kitabi din anlayışının önünü açmış olmasıdır. Tamam, kitap ve ibadetler Türkçeleştirilerek milli ideolojinin bir parçası haline getirilmeye çalışıldı. Tamam, din alanı devletleştirilmeye, ulema ve diğer geleneksel din kurumları tasfiye edilip yerine "aydınlanmış ve aydınlatıcı din adamı" sınıfı yaratılmaya çalışıldı. Ama kabul edelim ki, hem bu politikalar istenen sonuçları vermedi, hem de bu politikanın bir sonucu olarak Kur'an herkes tarafından daha kolay ulaşılır hale geldi. Toplumsal mühendisliğin her zaman isteneni değil, hatta bazen tam aksi bir sonuç verebildiği, sosyolojinin artık en sıradan bilgilerindendir.

Cumhuriyet döneminde, isteyerek mi yapıldı, tartışılır, ama bir sonuç olarak Kur'an, önceki dönemlerden çok daha fazla erişilir, okunur ve anlaşılır hale geldi. Kur'an'ın daha fazla okunmasına sırf "onlar" vesile oldu diye, okunma ve anlaşılma tarzına kusurlar bulmak da insaflı ve sağlıklı bir tutum değil. Başkalarının saldırdığı her şeye sahip çıkmanın siyasette bir yeri olabilir, ama itikatta asla yeri olmaz.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi