T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 22 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
"Türkçenin çocukları" tamlamasını ilk defa kim kullandıysa çok isabetli bir iş yapmıştır sanıyorum. Çok hoş ve sempatik bir ifade oldu. Bugünlerde herkes "Türkçenin çocukları"nı konuşuyor, bununla duygulanıyor, coşuyor, farklı dünyalara gidiyor... Geçtiğimiz haftanın en önemli olayı olan Türkçe Olimpiyatı'nın İstanbul'daki finali kelimenin tam anlamıyla muhteşemdi. Hem toplantıya katılan davetliler açısından, hem icra edilen program açısından, hem de 84 ülkeden gelen ve Türkçe çeşitli eserler okuyan öğrencilerin oluşturdukları tablo açısından muhteşemdi. Bunu görüp te duygulanmamak mümkün mü? Hele Meclis Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın burada yaptığı konuşma yok mu, her şeyi özetlemek için yeterlidir. O toplantıda bir araya gelen binleri bir tarafa bırakalım televizyon ekranlarından programı takip eden milyonların yaşadıkları derin duygu coşkusunu tahmin etmek zor. Acaba kaç kişinin gözü yaşarmıştır? Yahut programı izleyenlerden gözü yaşarmayan olmuş mudur? Bülent Arınç'ın konuşmasında dikkat çektiği önemli bir nokta vardı: "...Her şeyin maddileştiği bir dünyada yaşıyoruz. Herkesin "maaş kaç?" dediği bir zamanda yaşıyoruz. Herkesin cebime ne giderecek diye dolaştığı bir günde yaşıyoruz. Herkesin ihale peşinde koştuğu, birbirinin cebinden çok şeyi çalmaya başladığı bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir dünyada on kişi, yirmi kişi, elli kişi bir araya gelecek, haritada görmediği bir yeri dava edinecek..." Gerçekten de yaşadığımız dünyanın önceliklerine bakınca bütün bu olup bitenleri, başarılanları anlamak, rasyonel bir eylem olarak değerlendirmek ne kadar da zor değil mi? Konu üzerinde çeşitli vesilelerle düşünürken aklıma bazı yaşanmış olaylar geliyor. Bunlardan biri Anadolu'nun İslamlaşması aşamasında İslam dünyasının muhtelif beldelerinden buralara gelen, Balkanlara doğru ilerleyen kişiler, dervişler, sufiler, alperenler gelir. Diğeri ise daha yakın dönemde gerçekleşen özellikle Afrika'nın sömürgeleştirilmesinde etkili olan misyonerlik faaliyetleri. Biliyorsunuz Batılılar Batı dışı dünyayı tanımalarına "keşif hareketleri" adını vermişlerdir. Afrika, Uzak Asya ve Amerika bu süreçte Batılılar tarafından bilinmeye başlandı. Oysaki buralarda medeniyetler, devletler, farklı hayatlar vardı. Ama Batılılarca bilinmiyordu. Sömürgecilik öncesinde buraya Kilise destekli misyonerler gittiler. David Livingston, Henri Barth gibi... Bunların hayatı her bakımdan ilgi çekici ve öğreticidir. Bilmedikleri, tanımadıkları Afrika içlerine gitmiş, buradaki insanlarla birlikte yaşamaya başlamış, yıllarca buralarda kalmış, büyük tehlikelere göğüs germiş, inanılmaz fedakarlıklarla büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu insanları buraya götüren nedir? Yüzden çok devlete yayılmış Türk okullarının hikayesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir örnek olaydır. Bu okulların kurulması için küçük sermayelerini bir araya getiren insanlar herhalde maddi bir hesap kitap yapıp bu yatırımın karlı, verimli ve rant getirici bir yatırım olduğunu düşünerek hareket ediyor değiller. Peki bu insanları buraya yönelten saik ne? Bunun iyi tahlil edilmesi gerekiyor. Sayın Arınç'ın yukarıya aldığım cümlelerde özetlediği bir sosyal ortamda bunlar gerçekleşiyor. Şili'de, Madagaskar'da, Uganda'da okul kurmak için adım atan insanların bu heyecanını Türkiye için kullanmaları mümkün değil mi? Bir diğer önemli husus ise adını bilmediğimiz, haritada dahi yerini bulmakta zorluk çektiğimiz, pek çoğu yokluklar ve zorluklar beldesi olan ülkelerdeki okullara giden genç öğretmenleri buraya yönelten, bir görev aşkıyla buralara koşturan saikin, ne olduğudur? Bu soruların cevapları öyle ucuz siyasi ve gündelik basit hesaplar ve sloganlarla izah edilecek gibi değil. Türkiye'nin en iyi üniversitesinden mezun bir genci Madagaskar'a, Sibirya'ya, Şili'ye götüren şey ne olabilir? Macera diyebilirsiniz, gezip görmek diyebilirsiniz, merak diyebilirsiniz ama bunların hiçbirisinin ortada duran soruya cevap olmayacağı açık. Ben her şeyin ötesinde büyük işlerin bir heyecan ve inanmışlık işi olduğunu düşünüyorum. Eğer o heyecanı yaratamaz, insanların heyecan duyacakları bir ortam ve duygu oluşturamazsanız büyük projeleri gerçekleştirmek imkansızdır. Heyecanlar için de büyük ideallerin ve basit hesaplardan uzak bir coşkunun, bir çabanın olması gerekiyor. Toplulukları harekete geçirecek bir heyecan ve basit hesaplardan arınmış bir coşku yoksa bu tür işleri başarmak mümkün değildir. Türkçenin çocukları, büyük düşünmenin, ortak bir heyecan ve coşkuya sahip olmanın önemini bütün çıplaklığıyla herkesin önüne koymuştur. Büyük düşünmek için öncelikle büyük heyecanlar ve coşkular gerekiyor. Herhalde toplum liderleri, bu heyecanı ve coşkuyu veren kişiler olmalı. Türkçenin çocukları, çok önemli bir şeyi kanıtlamışlardır, o da Türkiye'nin büyük düşünen ve küresel hedefleri olan liderlere ve stratejilere ihtiyacı olduğudur.
|
![]()
![]()
| |||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |