T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 22 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
Eski Cumhurbaşkanı, yeni Cumhurbaşkanı, eski sağ liderler yeni sol liderler aynı kefede görüntü veriyor. Baykal, Sezer'le gizli yemek yiyiyor, sağa göz kırpıyor, büyük bir siyasal mutabakattan bahsediyor. Bu büyük siyasal mutabakatın amacını da Yavuz Donat'a şöyle özetliyor: "Cumhuriyet Milli Mücadele ile kazanıldı, sandıkta kaybedilmeyecek... Demokrasiyi Cumhuriyet doğurdu, demokrasinin görevi şimdi Cumhuriyet'i yaşatmak." Pekiyi nasıl? Kendisini feda ederek mi? Cumhuriyeti yaşatmak için demokrasi kendisini kurban mı etmeli? Türkiye demokratik standartları yüksek bir cumhuriyete kavuşamayacak mı? Demokratik bir ülkede, parlamentoda yer alan ana muhalefet partisinin genel başkanı sandığı, seçimi ve milli iradeyi bir savaşın kaybedilmesiyle ilişkilendirir, anti demokratik çağrışım yapan mesajlar verirse buna ancak "pes doğrusu" denir. Baykal'ın sadece rejim krizi çıkararak muhalefet yapabildiğini biliyoruz. Ancak bir siyasetçinin, siyasetin zeminini, demokrasiyi ve milli iradeyi hafife alan, askeri müdahaleyi çağrıştıran, kendi varlık sebebini yok sayan bir anlayışın içine girmesine anlam veremiyoruz. Sabah gazetesi bu sözleri manşetten veriyor, aynı gün Baykal grup konuşmasında durumu tavzih veya tashih etme gereği bile duymuyor. Bir ana muhalefet partisi genel başkanı bu kadar boş ve sorumsuzca konuşabilir mi? Neymiş, "Cumhuriyet Milli Mücadele ile kazanılmış, sandıkta kaybedilmeyecekmiş". Milli mücadele ile kazanılan nedir? Türkiye'nin bağımsızlığı ve özgürlüğü. Kurulan nedir? Cumhuriyet. Pekiyi cumhuriyete, bağımsızlığa ve özgürlüğe sandıkta karşı çıkan, bunları yok etmeye çalışan kim, hükümet mi? Sandıkta oy verenler kim? Yunanlılar mı? Yani Ak Parti hükümeti Milli Mücadele ile kurulan Cumhuriyeti ve Türkiye'nin bağımsızlığını ortadan kaldırmak için sandığa gidiyor, Türk milleti de sandıkta buna onay veriyor... Böyle çarpık bir anlayış, siyaset değil ancak hezeyan olur. İşte tam da bu tür sözler üzerine söylenecek söz şudur: Bugün için Türkiye'nin en büyük ihtiyacı demokrasidir, en büyük sorun statükonun demokrasiyi hazmedememesidir. Türkiye'de en sosyalistler demokrat olur, en sağcılar, en İslamcılar demokrat olur, bu statükocular demokrat olamaz. Merkezde kendisini konumlandırarak ülkeyi yalnızca kendilerinin yönetebileceklerini düşünen bir avuç iktidar seçkini, halktan kopuk küçük bir mutlu azınlık cumhuriyetin, laikliğin, Türkiye'nin değil, kendi çıkarlarının ve hakimiyetlerinin kavgasını veriyor. Bu yüzden ne cumhuriyet muasır medeniyetler seviyesini geçebiliyor, ne laiklik çağdaş anlamına kavuşabiliyor, ne de demokrasi kök salabiliyor. Cumhuriyet savunusu yapıp halkı ve halkın değerlerini bir çırpıda geri plana atabiliyorlar. Demokrasi savunusu yapıp, demokratik rejimi bir anda yok sayabiliyorlar. Laiklik savunusu yapıp, ne dinden elini çekiyor, ne din ve vicdan özgürlüğüne tahammül gösterebiliyorlar. Bu yüzden Demirel ekolüyle Baykal ekolü demokratik bir siyasal sistemin değil ama, ancak statükonun sağ ve solunda yer alabilirler.
|
![]()
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |