T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 1 MART 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mustafa KUTLU

"Hac" başlıklı yazıya ek

Dergâh'ın 128. sayısında (Ekim 2000) "Hac" başlıklı bir yazı yayımladım. Yazının sonunda şöyle bir not vardır: "Bu yazıyı Hacca gidip geldikten sonra yazmak vardı. O zaman gerçek bir zemine oturacaktı. Ne yapalım bazı şeylerin özlemi ve rüyası da büyüye büyüye kendi cesametine ulaşırmış.

Bir yazı da gidip-geldikten sonra yazarız.

Yâ nasip!"

2006 yılının başında Hac nasip oldu. Ve yukarıdaki not mucibince yazıya bir ek yapmak vacip oldu. Arnold J. Toynbee Hatıralar: Tanıdıklarım (Klasik Yay. Ocak 2005) kitabının önsözünde şöyle diyor: "... Bazı konuları neden bu kitap dışında bıraktığıma gelince, bunun sebebi bazı kişileri anlatırken pietas duygusuna kapılmadan edemeyeceğimi hissetmemdir. Pek çok anlamı içinde barındıran Latince pietas kelimesinin bizde tam bir karşılığı yok; ama bu kelimenin ifade ettiği duyguya hiçbirimiz yabancı değiliz. Bu pek çok insanın yaşadığı bir şeydir; çok sevdiğimiz ya da kendilerine büyük hayranlık beslediğimiz öyle kimseler vardır ki, eğer hayattalarsa onları incitmekten, eğer hayata veda etmişlerse hatıralarına zarar vermekten korkarız".

Bende de öyle oluyor. Kaybedilen birinin ardından veya yaşanmış bir ânın-olayın arkasından yazmak çok ağır geliyor bazan. Duygularınızla, yazdığınız metin arasında neredeyse bir uçurum oluşuyor. Bu sebeple zaruret hali olmadığı zamanlarda bu kabil yazılar yazmak istemiyorum. Şimdi zaruret hali var -yukarıda zikredildi-; ancak iki hususu belirterek görevimi yerine getireceğim.

Görülen umumi manzaraya bakarak Hac nedir, diye sorulsa şu cevabı veririm: Telaş.

Peki bu telaş nedir diye devam edilse, şöyle açıklarım: Hacının her iki dünyayı da aynı anda fethetmek için kapıldığı heyecandır.

Vakit dar, kalabalık fazla, yapılacak iş çok; orada gülümseyerek tekrar ettiğim gibi "müşkilat ziyade". Hacı'nın bu dünyadan istedikleri de, öbür dünyadan istedikleri de çok. Say, say bitmiyor.

Kafilemiz içinde Çengelköy Çınarlı Camii'nin emekli imamı Kemahlı Nurettin Menekşe de vardı. Allah razı olsun bu nüktedan hemşehrimiz bize güzel anlar yaşattı.

Türk hacılarının yaş vasatisi altmışın üzerinde idi. Bu sebeple kaybolma hadiseleri sık sık yaşanıyordu. Nurettin Hoca tecrübeli bir din görevlisi olarak "Kaybolmayan hacı, hacı sayılmaz" nüktesini patlattı.

Bu reel gerginliği yumuşatan bir ifade idi. Ben bunu metafizik alana doğru kaydırdım.

Tavaf bilindiği gibi kadın-erkek, genç-ihtiyar topluca Beytullah'ın etrafında dönülerek yapılıyor. Bu dairevî hareketi başta Mevlevîler olmak üzere her tarikatın zikir usulüne de benzetebilirsiniz.

Hacılar o kalabalık içinde (kesrette) yavaş yavaş benliklerinden sıyrılıp Cenab-ı Hakk'ın huzuruna varmak için insanoğlunun en saf haline bürünüyorlar (Dua ve gözyaşı). Böylece döne döne o kalabalık bir ve beraber oluyor; bütün farklılıklar kayboluyor, masiva aradan kalkıyor ve herhalde vahdet gerçekleşiyor.

İşte size kaybolmanın sırrı.

Bu sırra erenler gerçek mânası ile hacı oluyorlar. Onlar kimdir? Kendileri bunu biliyor mu?

Herşeyin doğrusunu Allah bilir.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi