T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 4 MAYIS 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, Habertürk TV'de katıldığı Basın Kulübü'nde gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Çoğu gazeteci, onun "Türbanlılar Arabistan'a…" anlamına gelebilecek ifadesinin üzerinde yoğunlaştı. Aslında, güncel konular ve sorunlar üzerinde, bence Bay Demirel'in konuşması üzerinde durmaya değmez. Sebebi şudur: o, söyleyeceğini ve yapacağını devri iktidarında ve yaklaşık otuz yıl boyunca söylemiş ve yapmıştır. Şimdiyse o, emekli bir siyasetçidir. Artık sözünün geçerliği yoktur. Her ne kadar kendisine "milletin ihtiyaç duyacağı" bir zamanı kollamakta olduğunu beyan etse bile, artık milletin ona ihtiyacının olduğunu düşünmüyorum. Aslında, kendisinin de bir daha kendine ihtiyaç duyulacağına ilişkin bir umudunun bulunduğunu sanmıyorum. Öyle olsa, soluğu meydanlarda alacağı kesin. Zaten kendisi de meydanlara aş erdiğini saklamıyor. Öyleyse, Bay Demirel'in adı geçen basın toplantısındaki konuşmasının üzerinde niçin duruluyor? Onun konuşmasının istikbale muzaf olmadığı belli olduktan sonra, bir bakıma lüzumsuz sayılabilecek bu konuşmalar ne anlam ifade ediyor? Bence, Bay Demirel'in sözünün değeri istikbale muzaf olmasından değil, bilakis maziye muzaf olmasından ileri geliyor. Bay Demirel, istikbale muzaf olan sözlerinin ve icraatının tümünü geçmişte yapıp bitirmiştir. Bu bakımdan o, aynen, Dostoyevski'nin Karamazof Kardeşler'deki Büyük Engizisyoncu'nun Hz. İsa'ya söylediği cümlenin muhatabı gibi görünüyor. Büyük Engizisyoncu, bir gün, yeryüzüne indiğini gördüğü Hz. İsa'nın kendisini sorgulayacağını düşünerek ona şöyle seslenir: "Biz, şimdi yaptıklarımızı senin dinin için yapıyoruz. Sense, sözünü ikibin yıl önce söyledin ve konuşma hakkını kullandın. Şimdi sıra bizde. Artık senin sözlerinin bir geçerliği kalmamıştır." Bay Demirel'in sözlerinin de istikbale matuf olan yanlarının artık geçerliği yoktur. O sözler, ancak maziye ilişkin bir değer ifade edebilir. Bu bakımdan çoğu yazarın üzerinde durduğu gibi onun baş örtülü öğrencilere çıkardığı "Arabistan'a…" davetiyesinin de bir değeri bulunmamaktadır. O bakımdan, ben, onun bu sözünü üstünde durmaya değer bulmuyorum. Ancak geçmişi ilgilendiren sözleri üstünde durulabilir. Çünkü o sözler, bu ülkeyi vaktiyle hangi zihniyetin yönettiğinin ipuçlarını veriyor. Bay Demirel "Asker bundan sonra siyasete müdahale eder mi?" sorusuna şu cevabı veriyor: "… bir ülkede halkın önemli bir kısmı askerin idareye müdahalesini istiyorsa, ve asker müdahale ettiği zaman alkışlarsa ve askerin müdahalesini bir çare olarak görüyorsa, o zaman mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir." Gazeteci sorusunda ısrar ediyor: "Yani halk böyle istiyorsa, asker de müdahale eder o zaman diyorsunuz öyle mi?" Bay Demirel'in cevabı: " E öyle olur tabii.. Ülkenin büyük kısmı itibariyle henüz demokrasiyi hazmetmemişsiniz demektir. Halkın seçtiği parlamentonun yerine başkası gelsin bu işi çözsün diyorsanız, demokrasi yerleşmemiş demektir. Ama eğer halk derse ki, birisi gelsin memleketi düzeltsin, asker yapsın derseniz, o da gelir." Türkiye'de 2.5 kez darbe yapıldığını söyleyen Bay Demirel, elbette biliyor ki, bu darbelerin 1.5 adedi kendi başında patlamıştır. Ancak gözden kaçırmak istediği önemli bir husus var: darbelerin sorumluluğunu halkın üstüne yıkmaya çalışan bu zat, unutuyor ki, halk vekaletini kendisine vermiştir. Ve o, asla, darbecilere: "Ben buraya halkımın seçimiyle geldim, beni buradan sökemezsiniz, benim buradan ancak cesedimi çıkartırsınız" diyememiştir. Konuşmasının başka yerlerinden anlaşıldığı kadarıyla asılma korkusunu üstünden atamamıştır. Oysa oraya gelen birinin bu tür korkularla irtibatını kesmiş olması beklenir. Sıradan insan için geçerli olan ve doğal olan bazı korkuların, siyaset meydanına atılmış insanda olmaması gerekir. Bay Demirel'in darbecilere meydan okuma tavrına girdiği asla görülmemiştir. Ve bu yüzden, bence, halkının kendisine tevdi ettiği vekalet emanetini layıkıyla kullanamamıştır. Yine kendisinin başka bir zaman ifade ettiği gibi, darbeciler karşısında, ancak şapkasını alıp sıvışmıştır. İletişim alanının ünlü bir sözü vardır: "Halk bir şey istemez, ona istetilir" denir. Demirel, geçmişteki zaafını böylece halkın üstüne yıkmaya çalışarak sorumluluktan kurtulduğunu düşünüyorsa bence yanılgıya düşüyor. Demirel'in konuşmasının değerini bu bağlamda mazi ile irtibatlandırarak tartmalı, geleceğe dönük olarak değil…
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |