T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 18 MAYIS 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Da Vinci Şifresi krizi

İnanmış Hristiyanlar ve Katolik Kilisesi "Da Vinci Şifresi" kitabı ve filminden rahatsız oldular. Haklıdırlar. "Günaha Son Çağrı" filmi aslında daha da kötü idi ve bu "kriz" de Selman Rüşdî'nin meş'um ve menfur kitabının İslâm Âlemi'nde yarattığı derin acıdan sonra ortaya çıkmış ve Müslümanlar bu filme de belki Hristiyanlardan fazla tepki göstermişlerdi. Hristiyanlar şu dostça tavsiyeyi artık dikkate almalıdırlar: İslam'ın mukaddesatına yönelen tecavüzler, burada kalmayacak ve bir süre sonra kendilerine de yönelecektir. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" eylemsizliği ve "yeri gelmişken şunlara bir taş da ben atayım!" tarzında İsa ahlâkına yakışmayan tutumlar yerine, artık İslâm'ın anlamını kavramaya çalışmalı ve son zamanlarda Vatikan'ın İslam ile dialogu "mütekabiliyet = karşılıklılık" kuralı ile askıya alma tutumu yerine, yine "ahlâkın kategorik emri"ne uymalıdırlar.

Floransa'da, İslâm ve diğer "İbrahimî Dinler" konusundaki konuşmamdan sonra tanıştığım bir İtalyan diplomat bana "Ortodoks" olup olmadığımı sordu. Anladığıma göre, İslâm'ın Hazret-i Meryem ve İsa'ya verdiği, tanıdığı saygı ve sevgi makamını bilmiyordu. Konuşmak zorunda olduğumu öğrenince alelacele yolculuk sırasında bulabildiğim Fransızca Kur'an-ı Kerim'den, Meryem Suresi'ni gösterdim. Bu kez de, Meryem Suresi'nde "Ruh-ül-Kudüs"den bahsedildiğini görünce, "Teslis"e inanıp inanmadığım sorusunu sordu. İslâm'ın, "babasız doğum" inancını paylaştığını, fakat "Teslis" inancını paylaşmadığını söyledim. "Aslî günah"ı kabul edip etmediğimizi sordu. Bizde bu inancın da olmadığını öğrenince, heyecanla kendisinin de bu yüzden "Katolik" doğmuş iken Katolik inancını terkettiğini belirtti. Hazret-i Meryem ve İsa sevgisini terketmemesini tavsiye ettim. "Ben Hristiyanları sizden daha az seviyorum" demesine rağmen, içinde İsa ve Meryem sevgisinin kalmış olduğunu hissettim. Az sonra, şarap içmediğimi görünce "çok şey kaybediyorsunuz" dedi. Ben de artık muziplik gereğini duydum ve "aynı zamanda çok şey kazanıyorum, cenneti kazanıyorum" gibi, aslında söylememem gereken bir söz söyledim. Bunun üzerine verdiği cevaptan anladım ki zihnindeki İslâm tasavvuru, "bilgisiz İslâm misyonerleri" tarafından zedelenmişti. Yanlış bir İslâm tasavvuru (imgesi) vardı. Cevabı şöyle idi: Mısırlı bir diplomat, bana, cennette çok sayıda "bâkireler" olduğunu söyledi. Cennette bunların ne gereği var? Benim cevabım da şöyle oldu: -İnsanın iyi ve kötü davranışlarının ürünleri, meyveleri vardır. Dünyadaki iyi davranışların ürünleri, öteki dünyada göreceğimiz "ebedî evlâd", kız ve erkek çocuklarımızdır. (Vildânun muhalledûn). Yoksa, bunlarda maddî ve cinsî bir anlam yoktur!

Karşılıklı "dialog"umuzdan memnunlukla ayrıldık. Ne var ki bu bir "Hristiyan-Müslüman" dialoğu değildi.

Salı günü gittiğim Cenevre'de, bu şehirdeki "Ortodoks Merkezi"nde görevli bir Avusturyalı Katolik öğretim üyesi ile tanıştım. İslam Tasavvufu ile ilgileniyordu ve Yunus Emre'ye özel bir ilgisi vardı.

Cenevre'deki Ortodoks Merkezi'nin, "İbrahimî Dinler Dialogu"nda, karşılıklı sevgi ve anlayışla, biribirine karşı misyonerlik yapmaksızın, içten ve dolayısı ile verimli bir dialog için çok yararlı bir kuruluş olduğunu gördüm. 1971'e kadar açık olan Heybeliada Ruhban Okulu'nun tekrar açılması ile, bu Merkez'in çalışmaları ülkemizde daha fazla yankı bulur ve Avrupa'da ortak ahlâk ilkeleri üzerinde tekrar bir uzlaşma ve ortak bilinç sağlanması için yol açılmış olur.

Fakat iki tarafın da önce yapması gereken birşey var: Çifte standartsız uygulanan doğru bir lâiklik anlayışı!

Birkaç yıl önce Hollanda'da bir Türk imam eşcinsel evliliklere karşı bir açıklama yaptığı için oturma müsaadesi yanılmıyorsam kaldırıldı. Yakınlarda da Türkler'in oturma müsaadesi alabilmesi ve çalışabilmesi için, bu gibi konularda ne düşündüğünü araştıran sorular hazırlandı. Oysa 16 Mayıs Salı günü İtalyan gazetelerinde, İtalyan Piskoposlar Konferansı Başkanı Kardinal Ruini'nin "eşcinsel çiftler aile sayılmazlar" başlığı ile verilen önemli bir beyanı yayınlandı. İmdi Kardinal Ruini söylediğinde "doğru" veya hiç değilse "saygıdeğer" olan, bir Müslüman söylediğinde "barbarlık ve ayırımcılık" mı olacaktır?

Bizim de yapacağımız çok şey var. Değişim ve gelişim süreci devam ediyor. Kısır günlük siyaset tartışmalarına kendimizi kaptırarak, şeklî ve sadece bize özgü bir lâiklik anlayışının yanında ve karşısında fırkalaşıp hizipleşerek hiçbir yarar sağlayamayız.

Zulmet krizlerinden bunalan, artık kriz değil priz aramalı ve bir an önce bulmalıdır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi