T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 18 MAYIS 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
Danıştay İkinci Dairesi'ne yönelik saldırı, bireysel bir tavır mı, değil mi kimsenin umurunda değil. Nasıl olsa o dairenin bir türban sicili var! Nasıl olsa saldırgan tekbir getirmiş! Bunlar yetmez mi? Saldırının faturası ister ülkücülere çıkarılsın, ister Hizbullah'a, ister İran'a, isterse başka bir adrese. Bunu merak eden yok ki! Kimse soruşturma sonucunu merak etmiyor. Kriz üzerinden nasıl bir senaryo uygulanabilir, ona bakıyorlar. Bu fırsatı da buldular. Bakın neler yapacaklar şimdi! Olayın ele alınış şekli bireysel tavrı geri plana itiyor olsa da, insanları cinnet haline sürükleyecek ve aşırı tepkilere yöneltecek sayısız olayın yaşandığı bir ülke burası. Ama şu an konu bu değil. Konu, yüzleşmek zorunda bırakılacağımız tehlikeli süreç! Saldırıdan hemen sonra, daha hiçbir şey belli değilken, hemen her açıklamada olayın iç çatışma, rejime yönelik saldırı olarak gösterilmesi, saldırının amacına ulaştığının göstergesi oldu. "Kişisel olmadığı, örgütlü olduğu, laik cumhuriyeti hedef aldığı..." konusunda nedense kimsenin şüphesi yoktu! Saldırganı sorgulayan kişilerin bile bilmediği verileri ne zaman ele geçirdiler, nereden öğrendiler, nasıl biliyorlar soran olmadı. Saldırı, son aylarda üst üste gelen veya getirilen siyasi kriz çıkarmaya yönelik gelişmelerle örtüştüğü için son derece ürkütücü. Cinayetlere bel bağlayanların devletin merkez iktidarını temsil ettiği bir ülke için her türlü kâbus senaryosu olağandır! Maalesef, daha fazlası, daha kötüsü olacak gibi... Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırılar ve "Cumhuriyetinize sahip çıkın" kampanyaları bir işaretti. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili provokatif çıkışlar, Süleyman Demirel'in haftalardır devam eden tuhaf açıklamaları, başörtüsü tartışmasını alevlendirmek için gösterilen yapay gayretler, ard arda yapılan kriz uyarıları, erken seçimi zorlamak için tercih edilen tehlikeli yöntemler, iç çatışma uyarısı yapanların çatışmayı provoke edici sorumsuzlukları birer işaretti. Bütün bunlar, önümüzdeki günlerde Türkiye'nin karşı karşıya geleceği krizlerin habercisiydi. Daha fazla işarete gerek var mı? Daha fazlası krizin habercisi değil, kendisi olacak demektir. Cumhurbaşkanlığı seçimine endekslenen kriz, yeni bir 28 Şubat hayali görenler için müthiş imkanlar sunuyor. Saldırı ise, bu çevrelerin arayıp da bulamayacağı şartları oluşturdu. Artık Kudüs geceleri yapılmıyor. Yerine başka gerekçeler bulunur. Yeni Ali Kalkancılar, yeni Fadime Şahinler keşfedilir. Müslim Gündüz ile Fadime Şahin'in en çarpıcı görüntüsünü çekebilmek için günlerce kapıda bekletilen medya mensupları için yeni avlar tespit edilir. Kamuoyunda etkili kişilerin özel hayatları ortaya serilir. Türkiye'nin her yanında gördüğümüz ancak bir anda gözden kaybolan bazı kareler bugünlerde Fatih'te yeniden karşımıza çıkmaya başlamadı mı? Bunlar yeterli olmazsa siyasi cinayetler başlatılır. Laik ve başörtüsüne karşı kişiler hedef alınır. Sokaklarda "Kahrolsun şeriat!" yürüyüşleri yaptırılır. Cumhurbaşkanlığı seçimini güvence altına almak için, rejimi korumak için, AB müzakerelerinin yol açtığı/açacağı yaraları tedavi etmek için demokrasi ve özgürlükler askıya alınabilir. "Mart 1960, Temmuz 1980 tarihlerinde erken seçim yapılsaydı, Türkiye'de ihtilal olmazdı" diyen Demirel, "ihtilal olur diye söylemiyorum bunları" diye ekliyor. Daha ne diyecekti ki! Ya Deniz Baykal'ın şu sözleri: "Türkiye'nin nereye sürüklenmekte olduğunu hâlâ görmeyenlere, görmemekte ısrar edenlere bu olaylar umarım bir uyarı olur. Çok tehlikeli bir noktaya doğru Türkiye maalesef sürüklenmektedir. Herkes aklını başına almalıdır. Bu tabloya yol açan gelişmelerin sorumluları çok ciddi bir durum değerlendirmesi yapmalıdırlar. Türkiye'de maalesef siyasete kan bulaşmıştır. Bu son olay bir kişisel tepkinin, bir infialin, bir kişisel hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkmış değildir, çünkü soğukkanlı bir anlayışla hazırlıklı olarak gerçekleştirilmiştir." Kişisel çıkarlarını devletle özleştiren birinin sorumsuz cümlelerinden başka ne anlamı var bu sözlerin? Ya da Baykal, Türkiye'nin tehlikeli noktalara sürüklenmesinin aktörlerinden mi? Öteden beri bildiği ve beklediği bir şey mi var? Yarın Anıtkabir'e çıkılacak. Yakında brifingler de başlatılır. Devletin merkez kurumları rejimi kurtarma telaşına düştü. Kimden ve neden? Kendi halkından mı? Olaylar, gelişmeler değil, Türkiye'nin kaderine hükmedenlerin temennileri ürkütücü. Bireylerin değil, devletin merkez birimlerinin provokasyonu tehdit edici.
|
| ||||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |