T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 23 MAYIS 2006 SALI | ||
|
|
Son Danıştay cinayeti ve onun etrafında örgülenen şebeke ilişkilerinin ardında ortaya çıkan Türkiye görüntüsü olaylardan hemen önce yazdığım "pratik akıl-stratejik akıl" tezini adım adım doğrular biçimde cereyan ediyor. Cinayetten sonra sergilenen siyasal tepkilerin açık ettiği Türkiye gerçeğinin bildik bir "sinema kurgusu"nu hatırlattığına da ayrıca işaret etmiştik. Türkiye'de siyaset seçkinlerinin en büyük açmazı, daha doğrusu zaafı, olanca halkçılık edebiyatına karşın hem 'azınlık' hem 'halka yabancılaşma' içinde olmalarıdır. Halka yabancı olmaktan, yabancılaşmaktan mutludurlar, çünkü değer yargıları, hayat tarzlarıyla farklı dünyaların insanıdırlar. Bu nedenle "Türk aydını kadar dünyada yalnız/lık içinde/başka bir aydın" tipi düşünülemez. Halktan kaçmazlar adeta nefret derecesinde ondan ve değerlerinden kaçarlar. İktidar ve güç ellerinde olduğu sürece bu yalnızlıklarından değil ama farklılaşmadan, yabancılaşmadan pek de rahatsız oldukları söylenemez. İktidar (entelektüel, ekonomik, siyasi) alanına hakim oldukları sürece sorun yok/tu. Ne var ki ideolojik olmasa bile ait olunan toplumsal katmanlar açısından farklı ortaklar devreye girdikçe bu rahatlık duygusu bozulmuş görünüyor. Siyasal ve entelektüel seçkinlerin gerilim dönemlerinde seslendirdikleri yaldızlı ideolojik söylemin arkasında büyük oranda yeni ortaklara tahammül edememe psikolojisi yattığını söylemek abartı olmasa gerek. Bu gerilimin bir tür örtük çatışmaya dönüştüğü ortamda, hele şartların artık İkinci Dünya Savaşı sonrasına benzemediği bir dönemde 'üstünlük konumu'nu halksız, kitlesel destekten mahrum sürdürebilmenin mümkünü olmadığını keşfetmek zorunda kalacaklardı. Bu nedenle mücadelenin 'ideolojik yaldız'ını parlatacak kitlelerin verdiği yığınsal görüntüyü keşfetmesinin en sembolik örneğini postmodern darbe döneminde yaşayacaktık: Artık müdahaleleri "sivil inisiyatif" ele almalıydı. Nitekim 'görevli kalabalık'lardan da oluşsa kitlesel bir görüntü ekranı kapladığında bu seçkinler zümresi tuhaf bir kitle psikolojisine girmekte, sanki tüm rasyonalitesini yitirmiş görüntü vermektedirler. Hiçbir zaman güvenmediği ve sürekli yabancılaştığı halk içinde kitlesel bir destek görüntüsüne kavuşmak bu zümrenin adeta aklını başından almaktadır. Bir tür ölçüsüz ve sorumsuz saldırganlığı dönüşen tavrın arkasında bu yabancılaşma sendromunun etkisinin belirleyici olduğunu düşünüyorum... Cinayetin ertesi günü Kocatepe Camii'nde zirveye çıkan bu kitleselleşme psikolojisinin yansımalarını bir hatırlayalım. En sorumlu devlet adamının sergilediği davranışla sıradan vatandaş tepkisi arasında mahiyet farkı yoktu. Dar alanda buluştuğu kitlenin verdiği havayla bir anda azınlık olmaktan 'yanıltıcı çoğunluk olmanın hazzı'na kendini kaptıranlar adeta 'kitle sarhoşu' olmuş gibiydiler. Bu kitle sarhoşluğunun zirveye çıktığı an ve her şeyi açıklayan görüntü, başı örtülü protestocu bir kadının başını açtırılmasına kadar varan linç girişimiydi. Bu tavırda dışa vuran bilinç altında yatan şey ise; o kadının ideolojik(!) olarak kendilerinden yana olması yetmiyor, sınıfsal olarak oraya ait olma talebi yatıyor belki de. Ancak onlarla benzer görüntüyü paylaştığınız oranda aynı söylemi savunma hakkına sahip olabilirdiniz: sıradan vatandaşın çağdaş olmaya yeltenmesine karşı bir tepki belki de... İdeolojik görüntü sergileyen bu gerilimin daha çok seçkinler arası/içi kadro dayanışması esasına dayanışmasından ibaret olduğunun göstergesi sayılmalı. Benzer ideolojisi, ilkeleri, dünya görüşünü, laiklik anlayışını savunmanız yetmiyor: benzer hayat tarzına iman etmeniz, dahası aynı klana mensup olmanız bekleniyor. Olmasa bile öyle bir görüntü sergilemeniz isteniyor. Bu noktada seçkinler ve halk arasında yatan paradoksal ilişki bir kez daha farklı biçimde uç veriyor. Sergilenen kitlesel (olduğu sanılan) görüntü/ destekte beklenen, 'seçkinlik konumu'nu takviye eden meşruiyet ile popüler söylemi bir arada tutma; yani, artık fazla mutluluk vermeyen 'yabancılaşma'nın popüler destek olmadan sürdürülememesi gerçeğinin dayanılmaz çelişkisi... Cinayetin arkasında ortaya çıkan çeteleşmenin arkasındaki ilişkiler ağı çözüldükçe olayın sıcaklığı içinde ortaya sergilenen söylem mahcup bir sessizliğe bırakacağa benziyor. Bu bile anlık 'kitle sarhoşluğu'ndan uyandırmaya yetmeyecek sanırım.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |