T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 23 MAYIS 2006 SALI | ||
|
|
Ben akıllandıklarını düşünüyordum... Daha doğrusu, "akıllanmış olmaları gerekir" diyordum. Çoğunun toplum içine çıkacak yüzü yoktu, elleri kanlıydı, karargahtan aldıkları bilgileri sormadan, soruşturmadan, doğruluğunu test etmeden sürmanşetten yayınlıyor, adlı adınca bu tetikçiliğin "gazetecilik" olduğuna inanmamızı istiyorlardı. Biz de "inanmış gibi" yapıyorduk. Hayır, elbette akıllanmayacaklardı; gerçi çıkıp "yanlış yaptık, yapmamalıydık, bizim bir andıç ayıbımız var, bir daha olmaz" diyorlardı, hatta utangaç bir dille özür diliyorlardı ("özür diler gibi" yapıyorlardı) ama, bir daha yapmayacaklarının garantisi yoktu, en azından bir daha yapmayacaklarına ilişkin inandırıcı bir fotoğraf sunamıyorlardı. Bu kadarmış hepsi... Danıştay'a yapılan saldırıdan sonra içlerindeki "cevheri" çıkardılar. Umur Talu'nun dediği gibi, "İçimizdeki andıççılar, meğer ne bitmek bilmez bir enerjiye, 'tuhaf örgütlenmeler'in cinayetleriyle, saldırılarına kapılan ne acul bir linç kültürüne sahipmiş..." Kanlı elleriyle her gün oturup köşesinden ahkam kesen duayen köşe yazarı, Kocatepe'de bakan tartaklamaya varan eylemlerin pek yerinde olduğunu, "bu eylemlerin devam etmesini" isteyen Genelkurmay Başkanı'na destek çıkmamız gerektiğini yazıyordu utanmadan. Kanlı ellerini önlüğüne temizleyip sorumluluktan kurtulduğunu sanan bir başkası da, menfur cinayetten, kahhar ekseriyeti töhmet altında bırakacak bir "11 Eylül" süzmeye uğraşıyordu. "Biat kültüründen gelen azınlık medyası" herşeyi sorgulayamazmış... Demek ki kendisi "tartışma kültürü"nden geldiği için karargah çıktılarını emir telakki ediyor. Bir kez daha görüldü: Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel Türk medyası... Hem toplumdaki değişimi adım adım takip ettiğini söyleyip tartışmalarda başı çekeceksin, hem de belli bir "merkez" adına değişime ayak direyeceksin... İki kere iki dört: "Toplumdaki değişim ve özgürlük talepleri" sadece belli başlı siyasi partilerin değil, bazı yayın organlarının, bazı gazetecilerin, hatta belli bir "habercilik" anlayışının da altını boşalttı. Çünkü halk 3 Kasım'da sadece malum koalisyonu oluşturan partileri değil, "hık deyici" konumunda bulunan ve çoğu devletle alengirli işler peşindeki gazetecileri de cezalandırdı. Bu köşenin önceki sahibi de yazmıştı: "Bundan sonra ANAP, DYP, DSP, MHP, CHP diye bir şey olmayacak, ama devletten 'karton fabrikası kredisi' dilenen tüccar gazeteciler olacak. Bahçeli olmayacak, ama 'militarist ruhlu' köşe yazarları olacak. Çiller, Yılmaz, Ecevit olmayacak, ama dün alkışladıkları hükümeti bugün yerin dibine sokmakta beis görmeyen yalakalar oldusu olacak. Reva mı?" Değişmeli. Değişmek zorunda. Demokrasinin geleceği, Türkiye'nin sıhhat ve selameti için değişmek zorunda. Niçin değişmek zorunda olduğunu da, üstelik, kendileri itiraf ediyor... Bunlardan biri, ünlü bir medya patronu, yabancı bir gazetede çıkan söyleşisinde, 28 Şubat postmodern darbesine yaptığı yaratıcı katkıları anlatıyordu övünerek: "1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan hükümete karşı benim medya organlarım savaş verdi." Biz bu medya düzenini istemiyoruz. Devlet ihalelerine girebilmek için elinin altındaki gazete ve televizyonları "baskı aracı" olarak kullanan, üstelik bu cürmü Yargıtay'ca onaylanmış medya patronlarını... Başbakan'a ana avrat dümdüz giden, kişisel ikbali için meslektaşlarını suç örgütlerine hedef göstermekten çekinmeyen genel yayın yönetmenlerini... "Mahrem daire"lerden bilgi ve yazı konusu sızdıran köşe yazarlarını, kasa hırsızlarını, hortum sanıklarını, gasıpları, ihalecileri, ajan eskilerini... İstemiyoruz. Tasını tarağını toplayıp, ebeveynlerini de alıp gitsinler!
|
![]()
| ||||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |