T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 23 MAYIS 2006 SALI | ||
|
|
"Siyaset ve hukuk ilişkisi"nin son yılların en gözde konularından birisi olduğu muhakkak. Bu çerçevede üzerinde durulan en önemli soru da şudur herhalde: Hukukun önlenemez yükselişi karşısında "siyaset"in hâlâ iddialı olduğu, olması gerektiği bir alan kalmış mıdır ve eğer kaldı ise bu nedir? Günümüzde özellikle siyaset felsefesinin üzerinde kafa patlattığı en önemli meselelerden biridir bu. Ancak unutmamak gerekir ki "siyaset ve hukuk ilişkisi" Türkiye'de çoğu zaman sanıldığı gibi kolay ve dolayısıyla altından hemen o saat kalkılabilecek bir mesele değildir. Meselenin ortaya konulabilmesi için bile siyaset felsefesi, hukuk ve siyaset bilimi gibi alanlardan düşünürlerin bir arada yoğun çabaları gerekir. Geçenlerde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nün girişimiyle gerçekleştirilen geniş katılımlı toplantıda olduğu gibi. "Siyaset ve hukuk ilişkisi" söz konusu olduğunda bizde öne çıkan tartışma başlıklarını biliyoruz: "Bürokrasi mi seçilmişler mi?", "Egemenlik milletin mi başka kuvvetlerin mi?", "Yargıçlar hükümeti mi milli irade mi?" , vesaire.... Biliyorsunuz, özellikle de şu "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" şiarının (ki tamamen "çağ dışı" bir formül ya da kavramdır) olur olmaz öne çıkarılması... Oysa -kısaca hatırlayacak olursak- dünya "siyaset hukuk ilişkisi"ni konuşur-tartışırken bizim bu "beylik" konularımızı kastetmiyor. Oradaki temel sorun, "hukuk"un ve dolayısıyla "hukuk devleti"nin hakkı teslim edildikten sonra "siyaset"in valizini yapıp kamusal alanı terkedip terketmeyeceği, ve de bu işin altından nasıl kalkacağıdır. Yani: "Ekonomi"nin zaten gerilettiği, neredeyse işlevsiz bir hale soktuğu "siyaset" epeydir bu ikinci darbeye de ("hukukun bu önlenemez yükselişi" darbesi) maruz kaldığına göre, kendisine yüzyıllar boyu bağlanan umutlar artık tamemen sönmüş müdür? Dünya işleri bundan böyle "ekonomi" ve "hukuk"a mı emanettir? Söylediğim gibi, bu tartışma henüz bizden epeyce uzaktır. Dahası, biz bırakın bu "ağır konu"ya ilişkin tartışmayı, henüz ayakları yere basan, yani "sağlam bir hukuk mantığı" tartışmasından bile çok uzağız. "Sağlam hukuk mantığı" kavramını Prof. Mustafa Erdoğan'ın Radikal'de (11.05.2006) yayımlanan "Rektörleri kimin ataması sakıncalı?" başlıklı son derece sağlam yazısından çekip aldım. Bu değerli anayasa hukukçumuz, yeni kurulacak üniversitelerin kurucu rektörlerinin iki yıl için Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan'ın önereceği üç isim arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanmasını öngören kanun hükmünün Cumhurbaşkanı'nın başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptalini öyle sağlam bir mantıkla eleştiriyor ki, bu "sağlam mahtık"ın söz konusu "kanun hükmü"nü hazırlayan siyasetçiler tarafından bugüne kadar niçin ağza alınmadığını anlayabilmek gerçekten imkansızdır. Söz konusu siyasetçiler bu iptal kararını tabii ki eleştirdiler; ama mesele madem ki doğrudan anayasa hukukunu ilgilendiren niteliktiydi, o zaman bu eleştirilerin Mustafa Erdoğan'ın en ufak bir "atlamaya" izin vermeyen, tamamen "hukuk" içinde kalarak kaleme aldığı gerekçeleri temel alması gerekmez miydi? Mustafa Erdoğan'ın bu "sıkı" yazısı burada iki satırla özetlenebilecek türden bir yazı değil. Dolayısıyla bu işe kalkışmıyor ve okurları yazının bütününü - mutlaka- okumaya davet ediyorum. Bilmiyorum, yazının tamamını okuyup üzerinde yeterince inceledikten sonra siz de benim gibi, yani şöyle mi düşüneceksiniz: "Hukuk" ya da "siyaset" farketmiyor; ama her şeyin ciddisi her zaman güzel oluyor doğrusu...
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |