T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 23 MAYIS 2006 SALI | ||
|
|
Televizyondaki "Beynindeki ödem nedeniyle üç gün daha uyutulacak" anonsu, Ecevit'in Kıbrıs günlerine denk gelmiş, ihtişamlı Karaoğlan dönemine yetişmişlerden geçtik, başörtülü vekil Merve Kavakçı'yı kasdederek ince bedeninden beklenmeyen "çıkarın bu hanımı buradan" gürlemesine, o titreyerek yürümeye çalıştıkça doların yükseldiği dönemlere rastlayan genç kuşağı bile, hatıralara sevkedecek trajik bir sonun haberini veriyor. Trajik, çünkü işini bitirdi mi, çekilmesini bilmeyen her muktedir gibi, sürünerek, yalpalayarak, sendeleyerek de olsa iktidara tutunarak varolmak, ille de varolmak hastalığı, bedeninin yıkımına neden olacak marazdan çok daha önce ele geçirmişti Ecevit'i. Siyaset tarihinin son 50 yılında varolmuş, en afilli günlerini olduğu gibi, kelimeleri binbir güçlükle biraraya getirerek, tökezleyerek konuşmaya çalıştığı o acınası çöküş dönemini de herkesin gözü önünde yaşamış bir liderin son resmi, Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze töreninden geldi. Bütün sözünü unutmuş, hareket kabiliyetini kaybetmiş bir hastanın, bir ölümlünün en mahrem görüntüleri.. Bir zamanlar umut bağlanan, yardıma çağrılan bir liderin, ulu bir çınar gibi gürültüyle yana yatışını değil, sırf iktidar bağımlılığından suyu çekilerek, bedeni küçülerek sonuna yürüyüşünün, merhamet uyandıran manzarasıydı son dönem görüntülerden bize kalanlar. Hastalık muhatabından şefkatle karışık bir acıma ister, ancak saygınlık ve güç sunumuyla başarı ihtimali kazanan siyaset, eğer alzheimer'dan muzdarip değilse, bu hali kaldırmaz çünkü. Ecevit'i bunca yıldır sahnede tutan sebepler arasında, çekilmeye bir türlü ne razı, ne gönüllü olmasının yanında başka şeyler de vardı elbet. Mavi gömleği, kasketiyle sunduğu özgürlük vaadine, Rahşan Hanım'ın üstünden hiç çıkarmadığını düşünebileceğiniz tek renk bluzunun altındaki pileli, ekose öğretmen tayyörlerinin eşlik ettiği gösterişsizlik tahayyülünün katkısı olmuştur muhakkak. Onların kahvaltı masasında iki çeşit katık bulunduğuna, zeytinin hesaplısının, market peynirinin, anlayan birinin tadımıyla satın alınmış olduğuna inanmakta hiç de zorluk çekmezdiniz örneğin. Ama muhakkak Rahşan Hanım'ın tadımıyla... O'nun ülkeyi yıkıma götüreyazmış bir kriz döneminin baş müsebbibi olması, iktidarı dahil olmak üzere, hiçbir dönemde siyaseti maddi çıkarları için kullanmayarak gösterdiği tokgözlülük sayesinde, küçük bir serzenişle halledilebilir bir ayrıntı meselesine dönüşebilmişti mesela. Dylan Thomas, Eliot, Tagore, Kipling çevirileriyle siyasi klasiğin dışına çıkmış, toplumsal belleğin kimi parçasında öfkeli, kimisinde saygılı bir yer edinmiş bir siyasi portreye değil, ondan daha çok hastane yatağında herşeyden habersiz uyuyan son demindeki bir ihtiyar insana şifa dilemek zamanı şimdi. Ama keşke hatıralarda, mavi gömleğinden önce hatıra gelen "çıkarın bu hanımı dışarı" sözü kalmasaydı. Keşke ayakta duramayan, dili dönmeyen hastalıklı bedenini, düşene kadar bütün mahremiyetiyle izletmeseydi herkese. Keşke..
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |