T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 23 MAYIS 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Bu ülke, niçin dayak yiyor, ey literatiler?

Şerif Mardin, "Türkiye'de entelektüel yok; yalnızca literati var", demişti. "Emre Kongar", tipik bir laik Türk literati'sidir. Aydın değildir. Entellektüel hiç değildir. Düşünürse, aslâ değildir. Sadece literati, yani okumuş yazmıştır.

Literati, "ezbere konuşan", yani bildiklerini mutlaklaştıran, bilmediklerini ise yoksayan; dolayısıyla aklıyla ve özgür iradesiyle değil, yalnızca hisleriyle (=vaziyeti kurtarma güdü/m/leriyle) hareket eden bir figürdür.

Dahası, literati, başkalarını, nasılsalar öylece görebilme, kabul edebilme kabiliyetine de, özgüvenine de sahip değildir. Literati, mesela, Müslüman bir toplumu, Müslümanlığın temel kodlarıyla değil, Marksizm'in anakronikleşmiş kodlarıyla veya Batılı toplumların spesifik koşullarının ürünü olarak üretilen laik sosyal bilimin kavramsal çerçeveleriyle açıklamakta bir sakınca görmez. Böyle yapmakla, "kendi dili"ni değil, Batılıların geliştirdiği dili konuştuğunu, bunun Batılıları Özne, kendisini Nesne konumuna yerleştirdiğini; bu oryantalist, mutasyona ve metamorfoza uğratıcı dilin, kendisini Batılıların karikatürü yaptığını, kendi kendini sömürgeleştirmeye neden olduğunu ve felç olmuş, zihinsizleştirilmiş bir zihne mahkûm ve mahpus ettiğini göremez.

O hâlde, soru/n şu: "Emre Kongar"'ı (dolayısıyla laik Türk literatisini) ciddiye almak gerekir mi?

"Emre Kongar"ı ciddiye alabilmemiz için, "Emre Kongar"ın, öncelikle kendisini ciddiye alması, onun için de "sömürgeci aydın"ı gibi hareket etmemesi; dolayısıyla Müslüman bir toplumu, Müslümanlığın dışındaki laik ve/veya kaba pozitivist kavramsal şemalarla açıklamaya kalkışmaması gerekir.

Peki, "Emre Kongar", böyle bir şeyi yapabilir mi? Batılı düşünürlerin, Batı'daki akademinin insan bilimleri departmanlarının laikliği bütün yönleriyle tartıştıkları, "seküler aklın ötesi", "post-seküler felsefe" gibi arayışlar içine girdikleri bir zaman diliminde, "Emre Kongar", literati olarak kalmayı sürdürdüğü (yani Müslüman bir topluma, laik bir kimliği dayatmaya kalkıştığı, laikliği tartışılmaz bir ilâhî yasa gibi gördüğü) sürece böyle bir şeyi yapamaz.

Ya ne/yi yapar? Önceki hafta pazartesi günü, üstelik de "Aydınlanma" (!) adını verdiği köşesinde, "Uzlaşalım: Hem Dayak Ye, Hem Sus" başlıklı yazısında yazabildiklerini yazar; başka bir şey yapamaz.

Emre Kongar, sözkonusu yazısında, tam bir literatinin algılama biçimi ve diliyle, "demokratik rejimimizin" AKP iktidarından "gözünün morardığını, dudağının patladığını, sürekli dayak yediğini" iddia ediyor ve "gerçeklerin saptırıldığını, düşünceye ambargo konulduğunu, ... eğitime önce sızıldığını, şimdi tümüyle el konulduğunu, ... kuran kursları ve imam hatip okullarında çocukların ve gençlerin beyinlerinin yıkandığını, şimdi aynı işin tüm eğitimde yapıldığını" söylüyor!

Danıştay ve Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıların, belli bir süredir bu tür söylemleri daha yüksek sesle dillendiren laik literatilerin sözlerinden sonra gerçekleşmiş olmasına dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Emre Kongar'ın yazısını şöyle bitirmesi bana oldukça ürkütücü gelmişti: "Hiç merak etmesinler, demokratik rejimin nakavt olup tümüyle sesinin kesilmesi yakındır." (!) Kongar, ister darbe imasında bulunmuş olsun, isterse AKP'lilerin veya "dincileri"n demokratik-laik rejimi nakavt edeceklerini kastetmiş olsun; buradaki "tersinden tehdit" havası, ürkütücüdür.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve cevap verin: Bu ülkede yaklaşık 100 yıldır "dayak yiyen" kim?

Evet, bu milletin tarih yapmasını mümkün kılan büyük rüyalarını, Braudel'in deyişiyle "dünya-tarihsel" iddialarını ve ideallerini yok ederek, batılı seküler projeleri sorgusuz sualsiz tepeden monteleyerek bu milleti laik Batılıların karikatürü, ülkeyi de kendi kendini sömürgeleştiren tuhaf bir ülke yaparak Batı'ya "teslim" eden, böylelikle yok olmanın eşiğine getirenler kim/ler?

Laikliği pekiştirmek için düzenlendiği ve tam bir tezgâh olduğu anlaşılan, çorap söküğü gibi aydınlığa kavuşmaya başlayan Danıştay ve Cumhuriyet Gazetesi saldırılarında da son kez görüldüğü gibi, ülkeyi karıştırmaya çalışanlar kim/ler?

Ürktücü olan şey şu: Türkiye'de laikliğin pekişmesi adına, laik "aydın"lar öldürülüyor. Birileri de, bu işin gerçek azmettiricilerini bildikleri hâlde, bizi aptal yerine koyarak, dikkatlerimizi, "dinci" süsü verilen taşeronlara çekiyorlar: Ortaya çıkan şey, ülkenin karışması ve kriz yönetimi oluyor. Ülke, kriz durumlarından medet umularak yönetiliyor. Bu, çok tehlikeli bir şey. Tam bir akıl tutulması hâli yani.

Batılı düşünürlerin çoktan aştıkları pozitivizmi, çatır çatır tartıştıkları laik aydınlanma düşüncesini kutsayan literatileri, ülkeyi çıkmaz bir sokağın eşiğine sürüklediklerini hatırlatmak için ciddiye alabiliriz yalnızca!

Laik literatilerimizi, laiklik misyonerliği'ne soyunarak Batılıların karikatürü olmak ve "gönüllü acentalığı"nı yapmak yerine, hiç olmazsa, artık kendilerini ciddiye almaya, söylediklerini ve eylediklerini gözden geçirmeye; kaba oryantalist ve anakronik pozitivist gözlüklerini çöp tenekesine atarak bu toplumla bütünleşmeye, bu toplumun derinlikli medeniyet iddiası ve rüyasını yeniden benimseyerek özgürleşmeye davet ediyorum.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi