T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 25 MAYIS 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
Danıştay 2. Dairesi üyelerini hedef alan menfur saldırı üzerinden geçen bir haftanın sonunda, yalnızca resmî açıklamalara dayanarak, bazı sonuçlar çıkarabiliriz. İlk sonuç: Eylemden hemen sonra bazı çevrelerin ısrarla ileri sürdükleri ve o yüzden törenlerin kitlesel tepki mekânları haline dönüştüğü iddia doğru değildir; Hükümet ve Ak Parti'nin Danıştay'a yapılan baskınla bir ilgisi bulunmamaktadır. İkinci sonuç: Eylemci avukat ile kendisine yardımcı olan tiplerin 'türban' konusuna duydukları hassasiyetten hareketle Danıştay'ı hedef almaları mümkün görünmüyor. Aksine görüntüyü sağlayan, bu hissi vermek amacıyla önceden hazırlanmış sahte kanıtlardır. Üçüncü sonuç: Seçilen hedef olan Danıştay 2. Dairesi'nin 'türban' konusunda Başbakan ve bazı hükümet üyelerinin de katıldığı tartışmalı bir karara imza atmış olması eylemin esas amacına işaret ediyor: Olay, 'türban' ile irtibatlandırılıp faturası hükümete çıkarılmak üzere planlanmış bir eylemdir. Eylemci kaçabilse ve bir süre yakalanmasaydı, geçmişte M. Ali Ağca olayında yaşandığı gibi, kurgulayanların amacına hizmet edecekti eylem. Benzer bir değerlendirme, aynı eylemcilerin Cumhuriyet gazetesine bomba atma eylemleri için de yapılabilir. O olayı ayrıca değerlendirmekten kaçınmamız, bizim gözümüze takılan illiyet bağlantılarının soruşturmayı yürütenlerin de dikkatini çekeceğine inanmamızdır: Karikatür... Reklâm kampanyası... Bombalama... Danıştay saldırısı sonrası karşımızda duran tablodan çıkan sonuçları, herkesin, her çevrenin, her örgüt ve birimin dikkatle değerlendirmesi gerekiyor. Geçmişte olduğu gibi, söylenenleri kulak ardı eder, görüneni görmezden gelir, üzerine gitmek yerine üzerini örtmeye çalışırlarsa, şimdi karşımızda duran tablo zihinlere yerleştiği için, hem kendileri itibar kaybeder, hem de ülkeyi yönetilemez hale getirmenin sorumluluğu sırtlarında kalır. Tabloya bakılarak yapılmasını beklediğim değerlendirme şudur: Türkiye'de, yolları devletin bazı birimleriyle geçmişte kesişmiş olsa bile, hayli zamandır kendi başlarına çalışan çeteci örgütlenmeler var... Bu örgütler, Susurluk'ta ortaya çıktığı gibi, zaman zaman kişisel zenginleşmeler için çaba gösterir, zaman zaman da kendi ideolojik ince ayarları için devreye girerler... Karanlık bir alanda çalıştıkları ve eylemlerini daha çok kendilerine benzer kişiler ve kurumlara yönelttikleri için 'ideolojik ince ayar' amaçları fark edilmez. 1990 yılı sonunda Prof. Muammer Aksoy ile başlayan siyasî suikastlar zinciriyle bir dizi 'lâik aydın' hedef seçildi. Hedeflerin kimliğine bakarak verilen tepkiler sebebiyle her cinayet sonrasında ülke gerildi. O 'lâik hedefler' zaten 'ülkeyi germe' amacına hizmet etmek için seçilmişti. Kitlesel eylemlere de aynı pencereden bakıldığında aynı tespit yapılacaktır: Kitlesel eylemlerde de hedef seçilenler, hep, 'ülkeyi germe amacı'na hizmet edecek toplumsal gruplardı. Bu noktada durup mukadder soruyu sorabiliriz: Danıştay 2. Dairesi'ne yönelik saldırı, eylemci eylem yerinden kaçamadığı ve siyasî iktidar da hedefin kendisi olduğu sonucuna erken vardığı için, gerçek yüzüyle ve 'hedef-amaç çelişkisi' görüntüsüyle ortaya çıktı; acaba geçmişte hayatını siyasî suikastlarda kaybeden Uğur Mumcu'dan Ahmet Taner Kışlalı'ya kadar aydınlar da benzer olayların kurbanı olmasın? Küçücük de olsa bir kuşku parıltısı bekliyorum. Uğur Mumcu suikastıyla başlayarak geçmişin bütün siyasî cinayetleri bir de bu gözle inceleme konusu yapılmalıdır. Son olay bir fırsat aralığıdır ülke için; demokrasi kanallarını genişletmeyi getirebilecek bir fırsat aralığı... Bu fırsat aralığı sonuna kadar kullanılmalıdır.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |