T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 27 MAYIS 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Gazeteler bu sefer gerçekten akıllanmış gibi

İlk günlerin "şaşkınlığı"nı üzerinden atan gazeteler bu sefer iyi bir sınav verecek gibi görünüyor. Şaka yapmıyorum, gerçekten... Ulusal basından bu şekilde iyimser ve ümîd-vâr söz etmek -doğrusu- beni de şaşırtıyor ama bu bir gerçek. "Ulusal basın"ın tamamından söz etmiyorum tabii ki. Ama gazetelerin çok büyük bir bölümü Danıştay hâkimlerine yönelik saldırıdan sonra -nihayet- ortak bir dil tutturmaya başladı.

Çok, hem de çok sevindirici bir gelişme bu. Ülkedeki gazete okurlarının çok büyük bir bölümü artık aşağı yukarı aynı bilgilere ulaşıyor, benzer yorumlar okuyor. Bugüne kadar epeyce kere "silah zoruyla" tek sesli koroya dönüşmüş gazeteler dünyasında bu sefer iradi olarak bir "ortak dil" oluşturma gayreti var sanki... "İlk günlerin şaşkınlığı"ndan uzaklaşılmış, objektifler ve kalemler bu ortak dilin oluşturulmasına koyulmuş gibi.

"Hepsi değil tabii ki" dedim. Benim görebildiğim kadarıyla Hürriyet, Cumhuriyet ve Yeni Çağ dışında kalan (Gözcü filan da vardır muhakkak ama onları saymıyorum artık) ulusal gazeteler Danıştay binasında sıkılan kurşunların "rejime", "laikliğe" ya da bilmem hangi soyut şeye sıkılmadığının bilincine varmış görünüyor. Söz konusu saldırının "kökenleri"ni ciddiyetle araştırıp yorumluyor.

Hürriyet gazetesinin konuya nasıl "utangaç" yaklaştığının en iyi delili geçen günkü (24 Mayıs) başsayfasıydı. Başsayfaların "Susurluk" ilişkisine yönelik haberlerle dolu olduğu bir günde Hürriyet bilmem kaç punto ile manşetten şu soruya cevap aralamla meşguldü: "Türk kızı neden bisiklete binmez"(!) Ne dersiniz, bu derece "sürrealist" bir manşetle uzun zamandır karşılaştınız mı? Gazetenin baş sayfasında "müstafi yüzbaşı Muzaffer Tekin"e (birinci yanlış: "müstafi" olabilmesi için görevinden kendi isteğiyle ayrılmış olması gerekir) ilişkin (mini minnacık) haberin başlığı da şöyleydi: "Kelepçesiz taburcu". Hürriyet'in bu sayısında dikkat çeken bir mini röportajı da hatırlatalım: Saygı Öztürk, Veli Küçük ve Korkut Eken'in "müstafi yüzbaşı"ya ilişkin düşüncelerini aktarıyordu.

Cumhuriyet'in durumu da dikkat çekiciydi: Gazetenin (yine 24 Mayıs) önemli yazarları saldırının "laik cumhuriyet"e yönelik olduğunu tekrarlasa da, İlhan Taşçı'nın soruşturmaya ilişkin geniş haberi hiç de bu "ana fikir"de değildi. Dolayısıyla seçim Cumhuriyet okurlarınındı: Taşçı'nın haberi mi, yoksa köşe yazarlarının yorumları mı?

Yeni Çağ'dan ayrıntılı olarak söz etmeye gerek yok herhalde. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz: Gazete bu günlerde haberlerinde son derece "seçici" davranıyor.

Peki ya diğerleri? "Makul çoğunluğu" oluşturan diğer gazeteler? Bu sınıfa aklınıza gelen hemen her gazeteyi sokabilirsiniz. Sabah, Milliyet, Akşam, Zaman, Vatan, Radikal, Bugün, Yeni Asya (...) hemen hepsi... (Vakit'i özel olarak değerlendirmek gerekir belki ama şimdi sırası değil.)

Bu gazeteler sadece haberlerinde değil (şaşırtıcı bir biçimde) yorumlarında da "ortak bir dil"e epeyce yaklaşmış görünüyor. Tamam belki bu kadar da abartmamak gerekir; mesela Sabah'ta "Efendim Danıştay Baskını'nın arkasında susurluk varmış!.." diye söze başlayıp, sözü "Hani lennnn!.." diye noktalayan bir Hıncal Uluç ile -tabii ki- karşılaşıyoruz. Ama aynı gazetede bu hükmü tepe taklak eden diğer imzalar da -tabii ki- eksik değil. Tamam, mesela Vatan gazetesi başyazarı Güngör Mengi'nin yazısı arada bir gidip-geliyor; ama bu yazıda da yerinde tespitler var.

Bilmiyorum sizin de gözlemleriniz benimki gibi mi, siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz? Bana göre -bu sefer- gazetelerimizdeki manzara bayağı farklı. Bu işe sevinmeliyiz. Hatta "fırsat bu fırsattır" diyerek -ve belki de "eski defterler"i yakarak- oluşmaya başlayan "ortak dil"i olanca gücümüzle desteklemeliyiz.

Yazıyı noktalamadan bazı okurlarımın aklından geçtiğine (adım gibi) emin olduğum şu soruyu da cevaplayalım ki buraya kadar okuduğunuz tespitlerden dolayı (ne olur ne olmaz!) "naif" konumuna düşmeyelim: Gazetelerimizde gözlenen bu sevindirici manzara Baykal'ın yüksek sesle ilan ettiği senaryoya toslarsa ne yapacağız? Biliyorsunuz, Baykal, özetle şu senaryoyu seslendiriyor: Danıştay saldırısına ilişkin gazetelere "dağıtılan" bilgilerde yer alan "derin devlet", "çete" ve "emekli subaylar" bağlantısı iddiaları olayı saptırmaya çalışan hükümetin "senaryosu"dur. Aman Allahım, çekilmemiş haliyle bile dehşet verici bir senaryo bu! Böyle bir "senaryo"nun doğru çıkması halinde ise söylenecek söz yoktur artık zaten; her şey tükenmiş demektir zaten...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi