T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 31 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
|
Toplumsal talepler ile siyasal karar mekanizmaları arasındaki bağ kopunca, "siyasi temsil krizi"nin sistemi bir hastalık gibi ağır ağır sararak felce uğratması bir kader oluverir. Temsil krizi, hafife almaya gelmez: Devlet ile birey arasındaki siyasi etkileşim bağını marjinalleştirdikçe; siyasi partileri toplumsal alandan çekip devlet çeperine iter, yiten temsil kabiliyetlerini devletten güç alarak ikame etmeye "zorlar", siyaset yapma tarzını altüst eder. Bununla da kalmaz. Karşılık bulmayan toplumsal taleplerin içe dönük totaliter projeleri beslemesine yol açar. Toplumsal ve kültürel et-kileşim kanallarını tıkar. Böylece, sadece toplum ile devlet arasında değil, toplumsal gruplar arasında da kara delikler oluşmasına zemin hazırlar. Bir yandan, cemaatimsi bir dokuyu yeniden üreten "politikleşme" eğilimlerini canlandırır; öte yandan siyaset ile kültürü birbirinden ayıran; ilki merkeziyetçi, ikincisi özgürlükçü maske taşıyan, iki kopuk kompartımana ayrılmış bir algı geleneğini azdırır, azdırdıkça "depolitikleşme" akımlarına hayat verir. Sonuç ise vahim olur... Merkezde siyaset, saray içindeki kavgaya döner... Entrikaların kalıbına bürünür... Sürekli değişen ve farklılaşan bir topluma rağmen siyasi hayata "saray içi kavganın egemen olması" demek, devlet organ ve ilkelerinin kavga aleti kılınıp içlerinin boşaltılmasıyla baş gösterecek "yönetim ve etik krizi" demektir... Bu tür bir siyaset, toplumda "kültürel doku yırtığını" derinleştirmekten başka hiç bir işe yaramaz ve yaşam biçimi kavgasına kilitlenmiş, kendi yaşam alanını diğerinin aleyhine genişletme girişimlerinden oluşan bir kaosa tekabül eder. Bu, ortak değerlerin iflası, hatta çatışma odağı haline gelmesi demektir. Bu resim daha önce birçok kez olduğu gibi bugün de Türkiye'nin hakim resmidir... Siyasi merkezin attığı her ters adım, "saray içi kavgadaki" her "azma" ve bunun "depolitikleşme" eğilimlerinden aldığı meşruiyetle "toplumsallaşması", gidişatı daha vahim hale getiriyor. Bugün Türkiye'de bu kavgaya alet edilmeyen hemen hiçbir şey yok... Dün Türkiye'yi sarsan, bugünlerde tekrar gündeme gelen Kutlu Savaş'ın "Susurluk Raporu"nu hatırlayın... Bu rapor hemen hiçbir idari yaptırıma ya da hukuki sonuca yol açmadığı gibi, farklı amaçlarla kullanılmış, siyasiler tarafından birbirlerini yıpratmaya yönelik bir silah haline getirilmişti. Yılmaz, Çiller'i hedefleyerek, sadece 28 Şubat'tan kalma siyasi yelpazenin merkezden dizaynı projesini derinleştirmekle kalmamış; temsil kabiliyetinin tükendiği bir dönemde Çiller'den farklı bir siyasi tavır inşası yo-lunda bu raporu kullanmaya çalışmıştı. Rapor vasıtasıyla, TSK'yı hem temiz ilan etmiş, hem de birçok noktada doğrudan ve dolaylı suçlayan imalarda bulunmuştur. Bu "incelikli" ayrışma çabası, saray kavgası ortamı siyasetinin mantığına işaret etmesi bakımından önemli bir örnektir. Bu mantık, yalnızca toplumla ilişkisi erimiş siyasetin devletten güç aramasını göstermez, aynı zamanda devlet hakemlik kurumlarının, Başbakanlık teftiş raporlarının ne amaçla kullanıldığını ortaya koyar. Bu tür amaçlar ise hemen her zaman Susurluk gibi asli meselelerin üzerini biraz daha örtme işlevi görmüşlerdir. Bugün saray kavgasının topluma boyutunu Şemdinli iddianamesinden Danıştay saldırısına bir dizi olayın ardından sökün eden siyasi operasyonlar anlatıyor... Ve işler siyasi iktidarın sandığı gibi iyi gitmiyor... Kavgada toplumsallaşma kokusu var, havada ise yeni siyasi operasyonlar kokusu... Bizden söylemesi...
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |