T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 31 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
|
Hay bin kunduz! Yine günün anlam ve önemine binaen yapılan konuşmalarla vakit geçirmedeyiz. Can çıkmadan huy çıkmaz... Kurban gelince, hangi hayvanlardan nasıl kurban kesileceğini ele alır, gündem oluştururuz. Aşure zamanı, içine katılacak gıdaların türleri üzerine fazla kafa yormayız ama Ramazan ayında orucu bozan/bozmayan şeyleri tartışırız. Yok, şekersiz olursa sakız çiğnemek orucu bozmaz; yok, kan verince şöyle olur, alınca böyle olur falan filan... Bir sürü saçmalık. Hiç unutmam, sekiz-dokuz sene önce Ramazan'da bir profesör zuhur etmiş, cinsel ilişkinin orucu bozmayacağını iddia etmişti. "Madem öyle, gel böyle" diye yazmıştım da hiç ses çıkmamıştı.
Şimdi de İstanbul'un fethi dolayısıyla, bu konudaki tartışmaların arttığını görüyoruz. Burçlara sancağı diken Ulubatlı Hasan diye biri yokmuş. Fatih Sultan Mehmet gemileri karadan yürütmemiş. Gemiler Haliç'in içinde yapılmışmış. İstanbul'un alınması Yeniçağ'ın başlangıcı sayılmazmış. Az daha "İstanbul da alınmadı zaten" diyecekler de aşırı kaçar endişesiyle lafı dolaştırıyorlar. Aslında doğru. Alınan Konstantinopolis idi. Yahut Konstantiniye. Sonradan biz "şehre giden yol"u İstanbul yaptık.
Gemilerin karadan yürütülmediğini, Ulubatlı Hasan'ın olmadığını iddia eden birkaç kişinin elinde sağlam kaynak yok ne yazık ki. Sancağı burca dikenin memleketi Ulubat'tır veya başka bir yerdir; adı Hasan'dır veya Hüseyin'dir... 553 yıl sonra nasıl ispatlayacağız? Muhtardan nüfus sureti ve ikametgâh ilmühaberi mi alalım? Yoksa müddei hususi beylerimizi zaman makinesine bindirip 1453'e mi gönderelim?
O sancak, o burçlara dikildi mi, dikilmedi mi? O nefer bir Osmanlı askeri miydi, değil miydi? Gemiler Haliç sularına indi mi, inmedi mi? Dört tarafı surlarla çevrili şehir alındı mı, alınmadı mı? Diyorsan ki aldık ama koruyamadık; o güzelim şehri beton yığınıyla heba ettik... İşte o vakit eyvallah.
Kontrol edilemeyen göçlerle nüfusun aşırı artması, şehrin talan edilmesi, çirkin yapılaşma... Bütün bunlar da son elli yılın ürünü. İşin sosyolojik, ekonomik, siyasi ve daha bilmem kaç türlü sebebi var ve hepsinin izahı mümkün. Öyle tabii, çirkinlik de izaha muhtaç ve bilim adamları bunun için vardır. Ama beş buçuk asır önce olmuş bitmiş ve dünyanın akışını değiştiren olayı bugün yarım ağızla tartışmak kime ne kazandıracaktır, onu düşünelim.
Fethin önceki yıldönümlerinde daha aşırıya kaçan, saçmalık derecesi yüksek tartışmalar da yapılmak istenmişti. Mesela Fatih Sultan Mehmet'in Müslüman olmadığı, aslında Hıristiyan olduğu iddia edilmişti. Fatih'e Müslüman değil diyen, aslında kendi mürtetliğini ilan etmiş sayılır. Ben söylemiyorum, kaide böyle. Bazı amatör tarihçiler ve sansasyon peşindeki magazin meraklısı gazetecilerle dergiciler tarafından ortaya atılmıştı bu çamur. Tutmadı tabii. İzi de kalmadı. Tek faydası, biraz tiraj aldı o sansasyonistler, hepsi o kadar.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |