T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 31 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mehmet ŞEKER

Aslında İstanbul da alınmadı

Hay bin kunduz! Yine günün anlam ve önemine binaen yapılan konuşmalarla vakit geçirmedeyiz. Can çıkmadan huy çıkmaz...

Kurban gelince, hangi hayvanlardan nasıl kurban kesileceğini ele alır, gündem oluştururuz.

Aşure zamanı, içine katılacak gıdaların türleri üzerine fazla kafa yormayız ama Ramazan ayında orucu bozan/bozmayan şeyleri tartışırız.

Yok, şekersiz olursa sakız çiğnemek orucu bozmaz; yok, kan verince şöyle olur, alınca böyle olur falan filan... Bir sürü saçmalık.

Hiç unutmam, sekiz-dokuz sene önce Ramazan'da bir profesör zuhur etmiş, cinsel ilişkinin orucu bozmayacağını iddia etmişti.

"Madem öyle, gel böyle" diye yazmıştım da hiç ses çıkmamıştı.

*

Şimdi de İstanbul'un fethi dolayısıyla, bu konudaki tartışmaların arttığını görüyoruz.

Burçlara sancağı diken Ulubatlı Hasan diye biri yokmuş.

Fatih Sultan Mehmet gemileri karadan yürütmemiş.

Gemiler Haliç'in içinde yapılmışmış.

İstanbul'un alınması Yeniçağ'ın başlangıcı sayılmazmış.

Az daha "İstanbul da alınmadı zaten" diyecekler de aşırı kaçar endişesiyle lafı dolaştırıyorlar.

Aslında doğru.

Alınan Konstantinopolis idi. Yahut Konstantiniye.

Sonradan biz "şehre giden yol"u İstanbul yaptık.

*

Gemilerin karadan yürütülmediğini, Ulubatlı Hasan'ın olmadığını iddia eden birkaç kişinin elinde sağlam kaynak yok ne yazık ki.

Sancağı burca dikenin memleketi Ulubat'tır veya başka bir yerdir; adı Hasan'dır veya Hüseyin'dir...

553 yıl sonra nasıl ispatlayacağız?

Muhtardan nüfus sureti ve ikametgâh ilmühaberi mi alalım? Yoksa müddei hususi beylerimizi zaman makinesine bindirip 1453'e mi gönderelim?

*

O sancak, o burçlara dikildi mi, dikilmedi mi?

O nefer bir Osmanlı askeri miydi, değil miydi?

Gemiler Haliç sularına indi mi, inmedi mi?

Dört tarafı surlarla çevrili şehir alındı mı, alınmadı mı?

Diyorsan ki aldık ama koruyamadık; o güzelim şehri beton yığınıyla heba ettik...

İşte o vakit eyvallah.

*

Kontrol edilemeyen göçlerle nüfusun aşırı artması, şehrin talan edilmesi, çirkin yapılaşma...

Bütün bunlar da son elli yılın ürünü.

İşin sosyolojik, ekonomik, siyasi ve daha bilmem kaç türlü sebebi var ve hepsinin izahı mümkün.

Öyle tabii, çirkinlik de izaha muhtaç ve bilim adamları bunun için vardır.

Ama beş buçuk asır önce olmuş bitmiş ve dünyanın akışını değiştiren olayı bugün yarım ağızla tartışmak kime ne kazandıracaktır, onu düşünelim.

*

Fethin önceki yıldönümlerinde daha aşırıya kaçan, saçmalık derecesi yüksek tartışmalar da yapılmak istenmişti.

Mesela Fatih Sultan Mehmet'in Müslüman olmadığı, aslında Hıristiyan olduğu iddia edilmişti.

Fatih'e Müslüman değil diyen, aslında kendi mürtetliğini ilan etmiş sayılır. Ben söylemiyorum, kaide böyle.

Bazı amatör tarihçiler ve sansasyon peşindeki magazin meraklısı gazetecilerle dergiciler tarafından ortaya atılmıştı bu çamur.

Tutmadı tabii.

İzi de kalmadı.

Tek faydası, biraz tiraj aldı o sansasyonistler, hepsi o kadar.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi