T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 NİSAN 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Fatma Karabıyık BARBAROSOĞLU

BUN-AL-MAK

I-

İstanbul yokluğunda yangın, varlığında zindan olmuştur zaman zaman. Bu bazen kişinin kendi zamanı ile ilgilidir bazen de İstanbul'u esir almış olan yozlaşma zamanı ile ilgili.

Yaşanılanlara kalp ile buğz etmek dahi zor olduğunda, tanık olmak ile zindanda olmak arasında fark kalmadığında, gözden uzak olan gönülden de uzak olur tesellisine sığınılmak istenmiştir.

Mesela Hüseyin Kazım Kadri, Hüseyin Cahit ve Tevfik Fikret'in "gidelim buralardan" serzenişini çok ciddiye alır. Onlar gidelim derken deniz aşırı gitmeyi başka bir coğrafyada, bambaşka bir hayat kurmayı düşünmektedirler ama olsun. Hüseyin Kazım gidelim düsturunu Manisa'da nihayetlenecek bir gidiş olarak alır. Kendi topraklarında ev yaptıracaktır. Yemeklerin hep bir arada yeneceği bir selamlık kısmı olacaktır evin. Üç kafadar başka bir yerde bir- birlerine iyice kenetlenmiş olmanın hayali ile ferahlarlar dayanamadıkları İstanbul'a.

Tam her şey gerçek olacakken Fikret vazgeçer, neden vazgeçtiğini bile açıklamadan üstelik.

İstanbul dar geldiğinde Akif Mısır'a gider. Kendi kendinin sürgünü ve Abbas Halim Paşa'nın misafiri olarak.

II-

İstanbul bendenize de dar geliyor. Dar geliyor. Zor geliyor. İstanbul'da yaşamak ar geliyor. İstanbul'dan bunaldıkça eve kaçıyorum. Sanki uzaktasın çok uzaktasın diyorum. Gazete okumuyorum, radyo dinlemiyorum. Sanki elektriğin olmadığı bir yerdeyim. Kaçıyorum.

Kaçıyorum da ne oluyor? Kendimleyim işte. İnsan kendinden kaçamadıktan sonra mesafelerin ne önemi var. Buradayken burada olmayabiliyor musun? İşte bütün mesele bu. Ama galiba biz postmodern faniler, buradayken burada, oradayken orada olmamaya hüküm giymişiz. Neredeyiz? Kiminleyiz? Hiçliğin başkenti zaman tanımıyor.

III

Kapalı bir yazı oldu. Bir şey anlamadınız. Bari niye İstanbul'un dar geldiğini de yazayım. Yer Maltepe'de abiye kıyafetler satan bir mağaza. Bir gurup liseli genç içeri giriyor. Medyaya yansımış haberlerin izini, sokaklarda takip ederim. Kalbim liseli gençliğin şiddet haberleri ile darmadağın. Gençlerin arkasından ben de giriyorum mağazaya.

Grup dört kişi, iki kız iki erkek. Kızlar mezuniyet gecesi için abiye elbise baktıklarını söylüyor. Tezgahtarlar birazdan olup biteceklerin tecrübesiyle bezgin bir ifade takınıyor.

Oyalanmaya çalışıyorum mağazanın içinde. Kızlar ta Haziran ayında yapılacak mezuniyet gecesi için en frapan ve en dekolte kıyafeti bulmanın derdinde. Bir o kıyafeti giyip salınıyorlar ortalıkta, bir bu kıyafeti. Devamını anlatamayacağım bile. Sadece kızların sekizinci sınıf olduğunu yazayım...

Bundan yüzlerce yıl önce değil, sadece on- on beş yıl önce Amerikan filmlerinde "uzak hayatlar" olarak izlediğimiz şeyler, alt-orta sınıfların "hayat gerçeği" olarak karşımıza çıkıyorsa!..

Bu bayağılığı özgür gençlik hanesini mi yazacağız?

IV

O küçücük kızların "şuh kadın tavırlarıyla" elbise deneyişlerini unutamıyorum. Kendilerince erkek arkadaşlarına mini defile sunuşlarını...

Şiddetin diline bir de buradan bakınız. Değerleri olmayan gençlik yetiştirmek... İstediğiniz bu muydu? İlköğretim diploması olmayan gençlere dinini öğretmek, Kur'an öğretmek yasak. Ama her şey serbest.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi