|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 11 NİSAN 2006 SALI | ||
|
|
Kim tahmin ederdi ki Türkiye'nin nefesini tutup, gözünü kulağını İngiltere'ye çevireceğini. Kim düşünürdü ki Middlesbrough-Basel maçının televizyonlarda ve gazetelerde önemli bir yer işgal edeceğini. Türkiye geçen hafta kelimenin tam anlamıyla 7'den 70'e Middlesbrough'lu oldu. Çünkü İngiliz ekibi 2-0 yenildiği ilk maçın ardından evinde Basel'i 4-1 yenerek elemese Türkiye, 2007-2008'den itibaren Şampiyonlar Ligi'nde sadece bir takımla temsil edilecek, üstelik iki ön eleme oynayacaktı. İşin özü, elin galibiyetine muhtaç duruma gelen Türk Futbolu şimdilik bu tehlikeyi İngiliz sicimine tutunarak savuşturdu.
Peki futbolumuz neden bu duruma geldi? Yanıtı gayet basit. Türk Futbolu'nun Galatasaray'la başlayan tırmanışını Avrupa Kupaları'nda mücadele eden takımlar sürdüremedi ve puanımız yerçekimine direnemeyerek hızla aşağı düştü. Şimdi yanıt aranması gereken bir başka soru şu; "İçinde bulunduğumuz girdaptan nasıl kurtuluruz" Her zaman bir Middlesbrough mucizesi bulamayacağımıza göre kendi göbeğimizi kesmek için tedbirler almalıyız. Bunun için atılacak en önemli adım, yabancı sınırlandırılmasını belli kriterler koyarak, bazı yarışmalarda esnetmek olabilirdi. Ne yazık ki, yabancı konusu "Aziz Yıldırım'ın davası" haline getirilerek, Türk Futbolu bir açmazın içine sürüklendi. Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, "Bakın ben Fenerbahçe'den yana tavır koymuyorum. Gerektiğinde Aziz Yıldırım'ı bile takmıyorum" demek ve diğer kulüplere şirin görünmek adına yanlış bir adım attı. Bu hesaplaşma aslında Futbol Federasyonu ile Aziz Yıldırım arasında değil, resmen Türk Futbolu'nun Avrupa'da ki yeri ve kalıcılığı üzerine yapıldı. Bugün için; "Ne var, Galatasaray kaç yabancıyla UEFA Kupası aldı" veya "Steau Bükreş'in kaç yabancısı var" türünden popülist söylemler kulağa hoş gelebilir. Peki Steau ile birlikte yarı finale yükselen diğer 3 takım hangisi?... Middlesbrough, Schalke, Sevilla. Popülizmden kurtulmak için bir de bunların yabancılarına bakmak lazım. Gelin şimdi de Şampiyonlar Ligi'nde finale yükselen dört takımı sayalım; Barcelona, Arsenal, Milan ve Villereal. "Yabancı sayısı çoğalırsa Türk Futbolu elden gider" haykırışlarına teslim olanlara hatırlatma yapalım. Türkiye'yi Avrupa'da temsil etmesi muhtemel 4 büyüklerin kanat oyuncularına bakın ne göreceksiniz? Fenerbahçe'de Ümit Özat, Deniz Barış, Serkan Balcı. Hangisi kanat oyuncusu? Beşiktaş'ta Çağdaş ve Mustafa Doğan, Tigana'nın tercihiydi. Hangisi kanat oyuncusu? Galatasaray genç Ferhat'a bağladı umutlarını, diğer yanda orta sahadan uyarlama Cihan Haspolatlı. Demek ki yasaklarla bir yere varmak mümkün olmuyor. Yasak koyulduğunda yerden mantar gibi futbolcu bitmiyor. Özetle, bu konuda bir çözüm üretmek şarttı ama fırsat kaçtı. Oysa Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in önerdiği (6+2) veya Avrupa Kupaları'ndan mücadele edenlere yabancı konusunda bir ayrıcalık getirilebilirdi. Ancak yapılmadı, çünkü burası Türkiye. Esas olan ülkenin çıkarları değil, kişilerin hesaplaşmaları. Şimdi durum şu; Haluk Ulusoy: 1- Aziz Yıldırım: 0... İşte biz bu kafayla daha çok Middlesbroughlu, PSG'li, PSV'li oluruz.
Suç Çağdaş'ta mı?
Çağdaş'a yapılan protestolar sırasında, İngiltere Premier Ligi'nde oynanan maçlar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Taç çizgisinin hemen yanında arkadaşına atacağı bomboş topu dışarı atan oyuncu ne büyük bir coşkuyla alkışlanıyordu. Çünkü seyircinin bir işlevi de moral vermekti. Futbol kültürü almış taraftar, "Bundan sonra ki haftalarda yine bu futbolcularla puan mücadelesi vereceğini biliyordu" Herkes hata yapabilirdi ve onlar bunu biliyor, taraftarlık görevlerini yerine getiriyorlardı. Çağdaş Atan ne yaptı? Yapılmaması gereken bir penaltıya sebebiyet verdi. Bu futbolun içinde olan bir hata. Tıpkı iki hafta önce İbrahim Toraman'ın kendi kalesine gol atması, Cordoba'nın Evren'den 35 metreden gol yemesi gibi. Ancak Beşiktaş taraftarı kadroda yapacağı revizyona Çağdaş'ı eklediği için protestolara başladı ve bir genç insanı çileden çıkardı. Sakın maç sonu yaptığı açıklamaları hoş karşıladığımı sanmayın. Çağdaş, kesinlikle profesyonelliğe sığmayan sözler söyledi ama bu sözler Beşiktaş taraftarının kendi takımını böylesine demoralize ettiği gerçeğini değiştirmez. Yani önce taraftar hatalı, sonra Tigana, en son Çağdaş. Peki neden Tigana? Çağdaş gibi bir stoperden sol bek olamayacağını anlamadığı ve onu aslanların önüne adeta yem ettiği için. Sözün özü; Beşiktaş'ta gidişat hiç iyi değil. Sanki kulübü Başkan Yıldırım Demirören değil de taraftar yönetiyor gibi. Ya da bana öyle geliyor. Siz ne dersiniz...
Aurelio ve Rüştü'nün önemi
Fenerbahçe yönetiminin yapacağı ilk iş Aurelio ile sözleşme yapıp, Rüştü'nün Barcelona'dan dönüşü sağlamak olmalı. Bence bu ikili Alex'ten de, Anelka'dan da önemli. Sivasspor maçında Aurelio'yu izlerken gözlerim yoruldu. Sağa sola, aşağı yukarı hareketler nedeniyle. Aurelio benim gözle takip ettiğim her alana ayağını bastı. Aurelio sadece koşan değil, kurnaz, akıllı, estetik ve damardan oynayan bir oyuncu. Aurelio'un yerini doldurmak için iki oyuncu almak lazım. Gelelim Rüştü'ye... Bu sezon 12 maçta sadece 6 gol yedi. Ankaragücü maçının 43. dakikasında yediği golden bu yana kalesinde tam 407 dakikadır gol görmüyor. Sanmayın ki top gelmiyor. Daum'un maç sonrasında yaptığı şu açıklama aslında onun nasıl bir başarı grafiği ortaya koyduğunun kanıtı.; "Kalemizde Rüştü gibi tecrübeli bir oyuncu olduğu için kolayca risk alıyoruz."
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |