|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 11 NİSAN 2006 SALI | ||
|
|
Sevgili arkadaşım Bekir Fuat'ın deyişiyle, "bize tarihi sevdiren adam" Mustafa Müftüoğlu'nu geçen ay kaybettik. Artık, yalan söyleyen tarih utanmayacak mı? Yoksa tarih yalan söylemeyecek mi? Bu söze burun kıvırarak bakanlar çıkacaktır ama önemli sorular bunlar. Tarihçi Halil İnalcık, Abdullah Muradoğlu'na yaptığı açıklamada Milli Eğitim Bakanlığı'nın gençlere tarihi sevdirmek için harekete geçtiğini söyledi. Altı ay kadar önce Talim Terbiye Kurulu tarafından yaklaşık 50 bilim adamı davet edilmiş ve ders kitaplarındaki tarih öğretiminin nasıl daha iyi olabileceği üzerine çalışma yapılmış. Kronolojik tarih yerine kategorik tarihin esas alınacağını bildiriyor İnalcık Hoca. Çocukları kronolojik tarih ve isim ezberciliğinden kurtarmak; tarih kitaplarının yazımındaki tekrarcılığı, tekelciliği ve derlemeciliği terketmek gerektiği üzerinde fikir birliğine varılmış. Güzel gelişme.
Bir başka güzel ve estetik bir haber de şu şekilde: 4 Mayıs gecesi saat 1'i 2 dakika, 3 saniye geçe, saat ve günün tarihi şöyle bir dizilme oluşturacak: 01:02:03, 04.05.06 Bu zaman kombinasyonu, bizim gibi "gün, ay, yıl" şeklinde yazan toplumlar için geçerli. Önce ay, sonra gün yazan bazı batılı ülkeler için, bu diziliş 5 Nisan'da gerçekleşti. Bir sonraki 3006 yılında görülecek.
Şubat sonunda yaşanan tam güneş tutulmasından sonra, bazıları bu zaman dizilişinin de önemli olduğunu düşünüyor. Kimi numerolog ve renkbilimciler, güneş tutulmasında olduğu gibi bazı etkileri olabileceğini iddia ediyor. Güneş tutulmasından sonra deprem beklentisi vardı. Bilimsel bir dayanağı olmadığı söylense de beklendiği gibi oldu ve İran sallandı. Binalar yıkıldı, insanlar öldü. Depremde ölenler için bilimsel dayanak mı arayacağız, yoksa kuracağımız cümlelerde kader, ecel, vade gibi kelimeler mi kullanacağız? Ölenler için bilimsel dayanak olup olmadığı fark etmez. Fakat geride kalanlar için önemli. Tekrar güneş tutulduğunda ardından yine deprem olur mu sorusu kafalarda biraz daha fazla yer etti.
Deprem profesörü Celal Şengör, Sefa Kaplan'a yaptığı açıklamada şöyle söylüyor: "Ölecekler için yapacak bir şey yok. Hiç değilse sağ kalacaklar için tedbir alınmalı. Bu insanlar için beslenme, barınma, bakım sağlanamazsa, salgın hastalık ve açlık baş gösterir." Şengör'ün açıklamalarında önemli noktalar var... - Deprem ihtimali yüksek olduğu halde, Cem Boyner ve Cem Hakko gibi yakın arkadaşlarım bile fabrikalarını kontrol ettirme ihtiyacı duymadılar. - İstanbul'da büyük bir deprem olur da Topkapı Sarayı yıkılırsa, yağma yaşanır; hazineler yağmalanır. - Yıkılacak binalar sokak sokak belli olduğu halde hiçbir tedbir alınmadı. Kimlerin çadıra çıkmaları gerektiği, kimlerin oturdukları evleri boşaltmaları gerektiği biliniyor ama kimsenin kılını kıpırdattığını görmedim. - Süleyman Demirel, 1999 depreminden hemen sonra İTÜ'ye gelip yüzüme baka baka "Depremin takdir-i ilahi olduğunu" söyledi.
Şengör'ün açıklamalarını doğru kabul edersek, savcıların harekete geçmesi gerekir. Aksi halde "ilahi ikaz" dediği için Mehmet Kutlular boş yere hapis yatmış olur. Şimdi bir kısa not düşmemiz gerekir. Demirel'in hapse girmesini istiyor değiliz. Maksadımız Kutlular'a haksızlık yapıldığına işaret etmek.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |