|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 11 NİSAN 2006 SALI | ||
|
|
Kıskanmayın, ama hafta sonu Prag'daydım... Prag'a gitmenin kıskanılacak bir şey olduğunu gitmeden önce bilmiyordum. Kanal-7 yayın yönetmeni Mustafa Çelik'in, "Dinlenmeye ihtiyacın var, biz Prag'a gidiyoruz, sen de gel" dâvetini bir süre bu yüzden kös dinledim. Beş kişilik bir dost kafilesi hazırlamış Mustafa Çelik; dördümüzü karga tulumba götürmeyi ve tek parça halinde geri getirmeyi başardı. İşadamları ve bürokratlarla birlikte olmak zor gelir bana; sırf biz bize çıkılan gazeteci gezileri de meslekî dedikodular yüzünden kafamı şişiriyor. Kıvamında tutulmuş bir dost kafilesiyle çıkılan gezinin rahatlık ve verimliliğini Mustafa'nın formülasyonu ortaya koydu. Sağolsun... Arayan dostlar "Prag'dayım" cevabını alınca, neredeyse hiç istisnasız, "Hadi iyisin, iyi" dediler. Yaklaşık on milyon nüfuslu olduğu halde 16 milyon turist çekmeyi başaran Çek Cumhuriyeti son zamanların en favori turizm hedefiymiş meğer... Sokaklarında dolaşırken karşılaştığımız, bazısıyla hatıra fotoğrafı çektirdiğimiz Türkler'den anladığım şu: Şirketler de ödüllendirmek üzere bâyilerini Prag'a gönderiyor... Tıklım tıklım dolu bir uçakla gittik, 'ayakta yolcu' uygulaması olsa öyle denilebilecek bir halde döndük...
Üzerinde dolaştığımız topraklarda kimler yaşamamış ki... Sonunda Naziler ve komünistler bile buradan kâm aldılar... Buna rağmen, her istilâcıya kendini teslim etmemiş Prag; hangi yöne dönülse, hangi taş ellense karşımıza "14. yüzyıldan kalma" levhası çıkıverdi. Kentin ana yapısı 600 yıl önce kurulmuş, daha sonra üzerinde yaşayanlar sahip olduklarını korumayı görev bilmişler... "Tarihî bir kent nasıl korunur?" merakında olanlara öğretmenlik yapabilir Prag... Le Palais adlı bir otelde kaldık. "Dünyanın en güzel küçük otelleri" adlı kuruluş geçen yıl birinci seçmiş Le Palais'yi... 10 üzerinden 9 verdiğim lüks lokantaları bile el yakmayan hesaplar tutuşturdu elimize. Lokantaları her dilin konuşulduğu Babil Kulesi gibiydi; dünyanın her tarafından müşteriler doluydu çünkü. Praglılar da saf ve meraklı göründü gözüme... Daha önce görmüş olanların "Prag'a gittim" diyenlere neden gıpta ettiklerini kısa sürede anladım: Bir hafta sonu tatili için mütevazı bütçelerle yapılabilecek en iyi tarihî gezi ülkesi burası... Ortaçağ tarihi kadar 20. yüzyıl siyasî tarihini de sokaklarında teneffüs edebildiğiniz bir kent... Eva Herzagovina ile İvana Trump gibi iki isim Çekleri dünyanın gözünde bambaşka bir yere yerleştirmiş. Çek dostlar bu ikiliye bir-iki isim daha eklediler. Ancak, Çek Cumhuriyeti'ne başka niyetlerle yola çıkanları şaşırtacak muhafazakârlıkta bir ortam vardı Prag'ta... İşlerine kendini adamış görünen erkekler ile hanım hanımcık kadınlar gördük yalnızca... Gece gezisine çıkanlar da görüp işittiklerinden hiç mutlu olmadılar... Gündüz ise vaktin nasıl geçtiğini hissetmiyorsunuz bile. Eski kentin sokaklarında dolaşır, Charles Köprüsü üzerinde sıralanmış sanatçıların eserlerine göz gezdirir, Franz Kafka adına açılmış müzeye uğrar, kaleye tırmanıp yapımı 600 yıl sürmüş Katedral'den çıkıp saat kulesine doğru yollanırsanız, yorgun bacaklarınızı başka türlü dinlendirme imkânı bulursunuz. Ben öyle yaptım. Doğup büyüdüğü kentte Franz Kafka'nın resmî tanınma ayrıcalığına yeni kavuştuğunu öğrenmek beni çok şaşırttı. Kadife Devrim'den (1989) on yıl sonra adı bir sokağa verilmiş Kafka'nın, adına açılan yerler de göreceli olarak yeniymiş... Biraz da dış kamuoyu baskısıyla olmuş bu tanınma. İlginç değil mi? Dilimin 'Çek Cumhuriyeti' demeye hiç alışkın olmadığını da bu arada fark ettim; hâlâ ağzımdan 'Çekoslovakya' sözcüğü çıkıyor çünkü... Çekler ile Slovaklar çok uzun yıllar birarada yaşayıp komünizm çökünce yollarını ayırdılar; 'Çekoslovakya' bitti, 'Çek Cumhuriyeti' ve 'Slovak Cumhuriyeti' ortaya çıktı. Bölünme pek çok sorunu da beraberinde getirmiş... Rehberimiz, "Ben aslında Slovak'ım, ama Çek Cumhuriyeti vatandaşıyım" dedi. Anne babası öbür tarafta kalmış... "Ne yapayım, uzun süredir Prag'da yaşıyordum ve ekmeğimi de burada kazanıyordum." Ayrılma kararını siyasiler almış ve tebliğ etmişler. O kadar... Ayrılıktan pek az kimsenin mutlu olduğunu da yine rehberimizden öğrendim... Üç gün kalınan tarihî bir kentten Türkiye'ye ne hediye götürülür? Bana kalsa bütün Prag'ı alıp götürmek isterdim; özellikle siyasîlerimize, "İşte, bizim tarihî değerlerimizi de böyle muhafaza edin" diyebilmek için... Ben ise, çalışma masamın karşısından bana bakmasını istediğim küçük bir küllükle yetindim. Olsun, o cam tabla bana Prag'ı, Prag da "Tarihî doku nasıl korunur?" sorusunu hatırlatacak ya... Yeter.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |