T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 20 NİSAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Akif EMRE

Antilaik sekülerleşme modeli

Bir toplumun ayağı kaymaya görsün bir kez. Ölçüsü, kimliği, yönü kaybolmuşsa bir toplumun, bir milletin kendine gelmesi, kendi olması o kadar zor ki.

Birkaç yüzyıllık bir zemin kaybından, tökezlemelerden sonra üstümüzdeki ölü toprağını serperek kendimize gelmeye başladığımızı zannettiğimiz anda hâlâ 'yüzyıllık düşüş'ün şokunu, şaşkınlığını atamadığımızı ancak fark edebiliyoruz. Daha doğrusu bir kısmımız bunun bir düşüşü olduğunun bilincine varabiliyor. Düşüş o kadar uzun ve etkisi o derin olmuş ki, tarihi yürüyüşümüze dair herhangi bir iz, hatıra kalmamış gibi belleğimizde. Yön duygusu yitik, hedef muğlak, içinde bulunulan durumun vahametinden habersiz "ahmak saadeti" sergiler hale gelen yığınlar… 'Düşüş'ün bir 'düşüş' olduğunu tespit etmek varlık-yokluk meselesi haline geliyor.

Medeniyet eksenini kaybeden toplumların yönelimleri de kayboluyor. Bir zamanlar 'varoluş şuuru' veren simyayı saklamaya çalışırken kendine yeniden hayat bahşedeceği umuduyla el attığı iksirin kimyasının ne kadar zıt olduğunun idrakinde bile değildir. Kendini savunmak adına karşı çıktığı durumun argümanı haline gelmekten kurtulamıyor bir türlü. Kendi düşüş serüveninin serencamından haberdar olmadığı gibi künhüne vakıf olmadığı için karşı çıktığı(düşünce) sistem/ler/inin birer parçası haline geldiğinin idrakinden yoksundur.

Tarihsel yürüyüşü içinde bu memleketin asli unsuru /parçası olan 'yerli unsurun' iddialarının serencamı günlük öfke kadar kısa ve soluksuz bir tepkiyi; karşı çıkarken iç-edilme gibi de içselleştirmeyi hatırlatıyor.

Kendi varlık gerekçesini inkar edercesine bu memlekette Müslümanlık'la ilgili her türlü oluşla (modern ve post) yöntemlerle mücadele etmeyi yegane misyonu edinen seçkinci zümre ile buna karşı varoluş şartını savunma durumunda olanların hikayesinden bahsediyoruz. Bir yanda istikametini kaybetmiş bir 'yıkıntı aydını' tavrıyla düşüşü bile idrakten yoksun oluş, diğer tarafta kurtulmak adına vehimlerden kuleler yükseltenler…

Kendilerini son on yılın mağduru sayanlar, bir kere, mağduriyetlerini on yılda olup bitenlerden ibaret görmekle kaybettiler. Başörtüsü ile okuyup okumamaya indirgenmiş bir mağduriyet anlayışının kendini savunması da başörtüsü ve okuma hakkı ile sınırlı olacaktı. Başörtüsüne indirgenmiş, sınırlanmış bir çözüm arayışı da kaçınılmaz bir içselleşmeyi getirecekti.

Yıkıntı aydınlarından kimilerinin 'başörtüsü' ile 'okuma'yı savunurken kullandıkları argümanlara karşı çıkmayanlar, zamanla aslında kendi varlık gerekçelerinin içini boşaltan bu gerekçelere sığındıklarının farkında bile olmadılar. Ya da olmak istemediler. Başörtüsünü savunurken örtük biçimde dillendirdikleri değerleri, kavramları içselleştirmekte gecikmeyeceklerdi. Bir direniş, bir muhalif ruh kuşatılarak şekli bir 'hak kazanım'a dönüştürülmüş ancak hakkın ruhu buharlaştırılmış oldu. Sonuçta ne hak elde edilebildi ne o 'hak ediş'e anlam veren değerin ruhu kaldı.

Gerçek laiklik uygulanırsa meselenin hallolacağını savunanlar gittikçe sekülerleştiklerini 'önemsemeden' sekülarizmin profan değerlerini içselleştirerek sistem tarafından iç-edildiklerini fark etmediler bile…Modernleşerek dini ve devleti kurtarmayı uman Osmanlı uleması ve aydını gibi gerçek laiklik uygulanırsa haklarını elde edeceğini umanlar zamanla, sekülerleştikçe haklarından vazgeçeceklerini düşünmüşler midir?

Her sistem kendi kavramları ve değerleriyle var olur ve meşruiyetini kazanır. Ödünç kavram ve değerlerle hiçbir gerçek hak elde edilemez.

Jakoben laikliğe karşı çıkarken gerçek laiklik adına Anglo-sakson modelini önermek garabetine düşmek tökezlemiş bir milletin bilinç kaymasıdır. Bir yanda jakoben baskı diğer tarafta sekülerleşmeye davet eden modernleşmenin hayatın anlamını içeriksizleştirici kıskacı arasında sıkışan hak arayıcıları… Statükoyu korumak adına jakoben yöntemlerde ısrar edenlere karşı sekülerleşmeyi tetikleyen sürece ikna olanlar yaşadıkları dönüşümün/değişimin farkındalar mı dersiniz?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi