|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 23 NİSAN 2006 PAZAR | ||
|
|
Hoca Hayret Efendi Merhum, "üstümde sema çiçekli yorgan!" buyurmuş. Bu çiçekli yorganımızın altında ve vatan döşeğimizin altında huzur ile yatmamız çok görülür. Çünkü çiçekli yorganımıza kasdeden düşmanlar, bu vasıta ile komşu İslâm ülkelerini hallaç pamuğu gibi atmak isterler. Neyse ki Pakistan ve Türkiye Dışişleri Bakanları İran'a müdahale istemediklerini belirtmişler. Aman dikkatli olalım: Bir zamanlar Nasreddin Hoca da yorganını kaptırma niyetinde olmadığını hal ve beden dili ile açıklamış da hırsızlar ve arsızlar, emellerine ulaşmak için danışıklı bir kavga tertib etmişler. Hoca, gecelik entarisi üzerine çiçekli yorganını alıp temâşâ için sokağa çıkınca da yorganını kapıp kaçmışlar. Hoca'nın; yatakta bekleyen refîkasına verdiği tekmil şu olmuş: Kavga bizim yorgan üzerine imiş. Yorgan gitti, kavga bitti! İmdi ey kardeşler, bizim için tertip edilen danışıklı yorgan kavgalarının sloganları özellikle lâiklik üzerine tertip edilir. Derler ki bir zamanlar "Hacı leylek" unvanına alışan bir leyleğin hacı unvânını kullanması önlenmiş. O zamana kadar lâklâkla geçen leyleğin ömrü; bu tarihden sonra lâiklik ile geçmeye başlamış. Tilkiler de leylekçeğizlerin yavrularını kapabilmek için "Hacı leylek" kalmak isteyenlerle, "Öcü leylek" ve "Cici leylek"leri biribirine düşürmüşler. İmdi ey kardeşler, tilkilerden, çaylaklardan, sansarlardan yurdumuzu, yuvamızı, yavrumuzu, yumurtamızı korumak istiyorsak, artık "leyleğin ömrü lâiklikle geçer" atasözünü, yorgan kavgasının başlatıldığı 1909 yılı "31 Mart = 13 Nisan" günlerine geri postalamalıyız ve artık bu yorgan kavgasına aldanmamalıyız. Yorgan kavgasını sona erdirmenin tek yolu vardır: Tabiî Hukuk'un mübarek meyveleri olan evrensel Hukuk Devleti ilkeleri üzerinde uzlaşmak ve bunlardan hiçbir dînî veya felsefî görüşe, kuzu postuna girmiş kurt masallarına ödün verilmeyeceği ortak bilincine sahip olmaktır. Bu da anglo-sakson modeli filân değil, "akl için tarîk birdir" tarîkidir. Yarası olan gocunur, esasen Tabiî Hukuk ve Tabiî Evrensel Ahlâk demek olan "Şecere-i tubâ", bundan zarar görmez. Almanların bu modeli kabul ederek musîbetten kurtulmalarından sonra bugünkü; gelecekleri için çok endişe verici duruma düşmeleri, bu modelin bozukluğundan değildir. Tabiî Hukuk ve Ahlâk ilkeleri üzerinde uzlaşımlarının bozulmasındandır. Bu sistem de nihayet şeklî bir güvencedir ve "Lâiklik teraneli yorgan kavgaları"na son verebilir. Bu kavga sona erince, yorgan hırsızları elbette başka oyunlara başvuracaklardır. Hazret-i İsa, bu oyunlara başvuranları "kuzu postunda kurtlar" olarak nitelemiştir. Bunlar, kendilerinin "şefkatli anaları" olduklarına inandırdıkları -masalın Azerî anlatımı ile- engül, şengül, külengüllere, sevimli oğlakçıklara, evlerinin kapılarını açtırır, böylece şeklî güvencenin çelik kapısı zorla değil aldatma ile açılmış olur. Bu tehlikenin bertaraf edilmesi için çelik kapıdan vazgeçilmesi akıl kârı değildir. Yapılacak şey, kapının kuzu postunda kurt masallarına kapalı kalması için kapıyı kilitli tutmak ve kapıyı açma imkânını, kurt ile analarını biribirinden ayıramayan ve bu özelliklerini de "görecelik, bilimsellik, ayırımcılık yasağı, kurt bizi emzirmek istiyor, kapıyı açarsak biz de kurt gibi güçlü oluruz" melemeleri ile savunan keçi inatlı ve sevimli engül, şengül, külengül oğlaklarına vermemek, "emaneti ehline tevdi etmek"tir. İmdi ey kardeşler, artık engizisyon hakimliğinden jakoben cellât yamaklığına geçişi ilerleme sayma gaflet ve dalaletini de artık bırakalım. Zaman zaman doğruyu görebilen, fakat yazık ki tekrar gözden yitiren bir zat, "İrticayı saptamak artık uzmanlık isteyen bir iş oldu!" diyor. Oysa, kara avcılığı nasıl spor değil canavarlık ise, insan avcılığı da isterse bu insan bizim gözümüzde mürteci' olsun, Hukuk Devleti anlayışı karşısında "mezmûm" bir davranıştır. Mc Carthycilik, "solculara" karşı olunca kötü, "İslâmcılar"a karşı olunca "övgüye değer" olamaz. Şimdi "aman avcı vurma meni! Men bu yurdun ay balam yurtdaşıyam!" diyenleri, "Mürteci'im hele ben çatlasanız, patlasanız!" patlama noktasına getirmeyelim! Bir insana kırk gün mürteci' desen, mürteci' olur. Hukuk Devleti ilkelerini ihlâl eden, cezasını "suçlu" olarak görür, yoksa kimsenin dînî inançlarını keşfetme ve -başımdan geçtiği için söylüyorum- "ömründe içki içmemiş, demek ki Atatürk'e karşı imiş!" soytarılıkları ile kimseyi suçlama ve mahkûm etme görevi, kimseye verilmiş değildir. Otuzbir Mart olayından beri sürdürülen bu meş'um yapay gündemden kurtulamadıkça, "Savcı olayı" gibi önemli belirtilerin soğukkanlı ve cesaretli bir çözümlemesini de yapamıyoruz. Hastalığın ilk teşhisini yanılmıyorsam Koçi Bey koymuş, bir reçete de yazmış, ne var ki yargıyı ıslah için yazdığı reçeteyi sorgusuz sualsiz kadı astıran ve ardından da yine aynı şekilde Şeyhülislâm boğduran Dördüncü Murad'a sunmuş idi. "Zındık ve mürteci" ithamları ile sürdürülen yorgan kavgasına artık son vermedikçe, sonunda zamane Koçi Beyleri'nin reçete yazması bile yeni terör mevzuatına göre suç sayılabilecektir. Çok şükür, şimdilik sadece Koçi Bey'e "bizim reçeteye ihtiyacımız yoktur, ez de suyun iç!" deniyor. İmdi ey kardeşler, 23 Nisan 1920'de, ileride Millî Hakimiyet ve Çocuk Bayramı olarak kutlanacak bu kutlu günde, Hacı Bayram-ı Veli noktasından yola çıktık. Bayramımız kutlu olsun, gelgelelim, "nazar mı değdi bize? Düştük bu hâle neden? İsteyip de dönelim eski günlerimize!"
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |