T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 23 NİSAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hayrettin KARAMAN

İman tazelemek

Birkaç yazıda, Türkiye'de dindar Müslümanlar ile dindarlaşmaya ve kâmil manada din özgürlüğüne karşı olanların (bunlara kısaca laikçi diyeceğim) yıllar boyu sürüp gelen mücadelelerinin seyrini ve safhalarını anlatmaya çalışacağım. Maksadım sonunda bir çeşit iman tazelemedir.

Bizde bir gelenek vardı, Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece, yatsı namazından sonra imamlar, mihrapta cemaate dönük olarak "iman ve nikah tazelemesi" yaparlardı ve buna da "tecdîd-i iman, tecdîd-i nikah" denirdi. Bu iş de, "Bir hafta içinde ne olur ne olmaz, bilmeden imana veya nikaha bir zarar gelmiş ise yenileyelim, gelmemiş ise güçlendirmiş olalım" diye özetleyebileceğimiz bir gerekçeye dayanırdı. Âmentü okunur, kelime-i şehadet getirilir, tövbe edilir, "eşime vekaleten kendim asaleten onu nikahladım" denirdi. AB'ye girme kararı ve bunun getirdiği değişim, ABD ile dostluk ve işbirliği, çağdaşlaşma, uyum kanunları, laiklik, demokrasi, çoğulculuk kültürü içinde dindarca var olmak ve yaşamak için verilen mücadele, bu mücadelede emr-i vakilerin ağır baskısı ve egemenliği karşısında "neyin korunmaya çalışıldığı" sorusuna verilen cevabın zaman zaman silikleşmesi bir "iman tazeleme" ihtiyacını gündeme getiriyor.

Önce terimleri açıklığa kavuşturalım.

Farklı kullanımları olsa da ben "laikçi" kelimesini, laisizm ideolojisine (bir çeşit dinine) iman eden, bu ideolojiye bağlanan kimseler için kullanıyorum. Laiklik aslında bir devlet tavrı, din-devlet ilişkisinde "devletin dinler ve ideolojiler karşısında eşit mesafede olması" anlamına geldiği halde laisizm, dinsizliği, dinsizleştirmeyi bir devlet ideolojisi haline getiriyor. Laikliği demokrasinin, insan haklarının önüne geçiriyor ve "kamu hayatında dinin izlerini yok etme"yi amaçlıyor. Başkalarına baskı yapmadan, haklarına zarar vermeden herkesin dinini her alanda yaşaması yerine, dinin yaşanacağı alanı azami derecede daraltıyor, dini görünmez kılmayı hedefliyor.

1946 yılına kadar ülkemizde tatbik edilen laiklik, laikçilik olmuştur. Okullarda isteğe bağlı da olsa din eğitim ve öğretimi yoktur, Kur'an kurslarına ilk okulu bitirmeyenler kabul edilmez, radyolarda Kur'an okunmaz, din anlatılamaz, din görevlisi yetiştirecek bir kurum yoktur, vaiz ve hatipler yalnızca iman ve ibadet konularında konuşabilirler, kılık kıyafette dinin izleri görünmesin diye tedbirler alınır, -bugün de olduğu gibi- dini dernekler kurulamaz, dini neşriyat (kitap, dergi, gazete, broşür vb.) yapılamaz, dindar nesiller yetiştirmek üzere özel okullar açılamaz...

1946'da Demokrat Parti'ye karşı seçimi kaybeden CHP, sandıklarda hile yaparak iktidarı vermez ve parti bu tarihten itibaren halkın din hayatı ile ilgili ihtiyaçları konusunu düşünmeye ve kendi laiklik anlayışına zarar vermeden nelerin yapılabileceğini konuşmaya başlar. Birkaç yıl müzakere edilip "yapalım" dendiği halde erteledikten sonra birkaç yerde, imam ve hatip yetiştirmek üzere kurslar açılır. CHP bundan daha öteye gitmez. DP iktidara gelince "ezanın asıl dili ile okunması, haftada bir gün yarım saat kadar radyoda dini program ve arkasından 1951'de İmam hatipleri açmak gibi faaliyetleriyle laikçilikten mutedil laikliğe doğru bir seyir başlar. Arkadan dergiler, gazeteler, kitaplar şeklinde dini yayın da harekete geçer.

Milli Nizam Partisi kuruluncaya kadar Müslümanların siyasetten beklentileri/talepleri biraz daha din özgürlüğünden ibaretti: Çocuklarımız Kur'an okusun, dinini öğrensin, camilerimiz imamsız, ölülerimiz namazsız ve Fatiha'sız kalmasın, dindarlar itilip kakılmasın...

Erbakan ve arkadaşları tarafından kurulan MNP'den itibaren belli sayıdaki Müslüman, yukarıdakilere ek olarak "ülkenin İslam'a göre yönetilmesi" talebini de dile getirmeye başlamışlardır. Bu talep, yine belli (oldukça az) sayıdaki Müslümanlar tarafından bazı partilerde, vakıflarda, örgütlerde, yayın organlarında toplu veya ferdi olarak dile getirilmiş, ihtiraslı bazı siyasetçiler tarafından da -olmayacağı bilindiği halde ve çoğu kez kapalı kapılar arkasında- propaganda konusu edinilmiştir. Müslümanların masum ve naif dini taleplerinden ve bunların pek az da olsa gerçekleşmesinden rahatsız olan laikçilerin ekmeklerine yağ süren bu politik hata, yılların emek, alın teri, çile ve masrafı ile elde edilen imkan ve hakları da zaman zaman silip süpürmüş veya geriye götürmüştür. Daha kötüsü de laikçilerin eline, inanmadıkları halde kullandıkları bir "irtica" argümanı verilmiş olmasıdır. Aslına bakılırsa Cumhuriyet tarihi içinde, Silahlı Kuvvetler'i aciz bırakacak derecede güçlü olmak şöyle dursun, üzerine gidildiğinde kısa bir müddet içinde yok edilmeyecek/edilmemiş hiçbir irtica eylemi yoktur. Ama bunlar bahane edilerek dindarların elinden alınan haklar, verilmeyen imkanlar, esirgenen hürriyetler saymakla bitmez.

Şimdi hangi noktadayız?

Gelecek yazıda.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi