T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 25 NİSAN 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


İran'a saldırı, Amerikan yüzyılının sonu olur

İran, eğitim, sosyal hayatta kadının yeri ve özellikle de genç kuşağın sosyal beklentileri açısından yakın bir gelecekte, Türkiye'nin geçirdiği evrime benzer [laikleştirerek İslâmî iddialarından vazgeçirip etkisizleşmesine ve teslim alınmasına imkân tanıyan-YK] bir evrim geçirebilecek objektif önşartlara sahip bir ülkedir.

  • ZBIGNIEW BRZEZINSKI (*)
    İran'ın uranyum zenginleştirdiğine dair yaptığı açıklamalar, önceden Irak'a savaş çağrısı yapan çevrelerin, ABD'nin şimdi de İran'a derhal önleyici hava saldırısı yapması gerektiği yönündeki çağrılarını arttırmalarına yol açtı. Eğer ABD'ye yeni bir terörist saldırısı gerçekleştirilecek olursa, bu çevrelerin, İran'a askerî saldırı çağrısını toplumsal histeriye dönüştürerek, bu tür bir terör saldırısından İran'ın sorumlu olduğu suçlamasını yapmaktan ve yaymaktan çekinmeyeceklerine dair bahse girebilirsiniz.

    TEHLİKELER NELER

    Ancak İran'ın nükleer tesislerine karşı yapılması düşünülen önleyici hava saldırısının anlamsızlığını gösteren dört temel zorlu neden var:

    Birincisi, İran'dan kısa vadede bir tehdidin sözkonusu olmadığı (İranlıların, nükleer silah üretebilmek için en az birkaç yıl zamana ihtiyaç duydukları) bir ortamda, İran'a yapılacak saldırı, tek taraflı savaş ilanı olacaktır.

    Eğer böyle bir saldırı, Amerikan Kongresi'nden resmen savaş izni almadan gerçekleştirilecek olursa, bu, hem yasadışı olur, hem de Başkan'ın yargılanmasını gerektirir.

    Saldırı, BM Güvenlik Konseyi'nin resmî onayı olmadan, ABD'nin tek başına ya da İsrail'le birlikte gerçekleştirilirse, saldırıyı gerçekleştirenler uluslararası arenada gayr-ı meşrû aktörler olarak damgalanacaklardır.

    ŞİDDETİ KIŞKIRTIR

    İkincisi, İran'ın Amerikan saldırısına vereceği muhtemel karşı saldırı cevabı, ABD'nin Irak ve Afganistan'da karşı karşıya kaldığı zorlukları büyük ölçüde daha da zorlaştıracak; Lübnan'da Hizbullah'ın ve muhtemelen başka yerlerde de benzer örgütlerin yeni bir şiddet dalgası geliştirmelerine neden olacak ve sonuçta bütün bunlar, ABD'nin bölgede 10 yıl, hatta daha uzunca bir süre bu şiddet dalgalarıyla boğuşmak zorunda kalacaktır.

    İran, 70 milyon nüfuslu büyük bir ülkedir ve İran'la girişilecek bir çatışma, ABD'nin Irak'ta giriştiği o yanlış maceranın sıradan bir macera gibi görünmesine neden olacak kadar ciddî sonuçlara yol açacaktır.

    Üçüncüsü, muhtemel bir Amerikan saldırısı, özellikle de eğer İran, petrol üretimini düşürecek ya da Suudi petrol yataklarına yakın yerlerdeki petrol akışını kesmeye dönük bir girişimde bulunacak olursa, petrol fiyatları hızla tırmanacaktır. Dünya ekonomisi ağır bir şekilde etkilenecek ve bunun sorumlusu olarak ABD suçlu ilan edilecektir. Daha şimdiden petrol fiyatlarının varilinin 70 doların üzerine çıktığına dikkatinizi çekmek isterim.

    AMERİKAN YÜZYILI BİTER

    Dördüncü ve son olarak, ABD, İran'a yapılacak saldırıdan sonra yeni bir terör saldırısına daha fazla maruz kalacak ve ABD'nin İsrail'i desteklemesinin İslâmî terörün temel nedeni olduğu şeklindeki küresel kuşkuların daha bir pekişmesine neden olacaktır. Sonuçta, ABD, dünyadan daha fazla tecrit edilecek ve daha fazla hedef tahtasına yatırılmaya başlanacak; ayrıca İsrail ile komşuları arasında nihâi olarak gerçekleştirilmeye çalışılan barışın hayata geçirilme ihtimali gittikçe azalacaktır. Kısacası, İran'a yapılacak bir saldırı, tam bir siyasî çılgınlık olacak; böylelikle dünyanın ABD'ye başkaldırmasını tetikleyecektir. Sonuçta, ABD'ye karşı düşmanlığın, hızla yaygınlaşmasıyla birlikte, Amerikan üstünlüğü döneminin prematüre bir şekilde sona ermesi bile önlenemeyebilecektir.

    ABD KAOSA SÜRÜKLENİR

    Her ne kadar, hâlihazırda, ABD, dünyada gözle görülür bir şekilde hâkim ise de, uzun sürecek ve pahalıya patlayacak [küresel-YK] bir direnişi göğüsleyebilecek güce de, ülke içinde patlak verecek karışıklıkları önleyebilecek enstrümanlara da sahip değildir. Bu, Vietnam ve Irak'ta aldığımız bir derstir.

    Öte yandan, askerî tehditler, ABD'nin İran'la kasıtlı olarak uzlaşmaz bir tutum takındığı şeklindeki gittikçe artan uluslararası kuşkuların daha da artmasına yol açmaktadır. Ne yazık ki, bu tür kuşkular, kısmen de olsa, haklı gibi görünüyor. ABD'nin İran'la yürüttüğü sözümona "müzakereleri" başka türlü nasıl açıklayacağız ki? Bir yandan, İran'la doğrudan müzakereye oturmayı reddetmekle, öte yandan da, aracı ülkeler aracılığıyla görüşmeleri sürdürmekte ısrar etmekle bir yere varılmaz. (Oysa bu, Kuzey Kore'yle doğrudan gerçekleştirilen müzakerelerle taban taban zıt bir durum!).

    DEMOKRATİKLEŞME ADINA KARIŞTIRMAK!

    ABD, hâlihazırda, İran'ın iç istikrarını bozmak için maddî bir kaynağı seferber eTmiş ve İran devletini [ve İran'ın millî bütünlüğünü-YK] parçalamak için İran'daki Fars olmayan etnik azınlıkları kışkırtmak amacıyla Özel Bir Askerî Güç görevlendirmiş durumda. Peki ne adına? Demokratikleşme adına!

    Öte yandan, (gücü, konumunun gerektirdiğinden daha sınırlı olan) İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın itici dilinin Amerikan yönetimindeki savaş yanlılarının tehditlerini meşrulaştırmaya ve sonuçta, Ahmedinejad'ın daha fazla uzlaşmaz bir tutum takınmasına yardımcı olarak, İran Cumhurbaşkanı'nın kendisinin ve İran'ın nükleer programının İran içinde çok daha fazla desteklenmesine yol açan, hiç de istenmeyen tuhaf bir durum var.

    ABD STRATEJİK DÜŞÜNEMİYOR

    Dolayısıyla, Amerikan yönetiminin, tarihsel bir perspektifle ve ABD'nin ulusal çıkarlarını öne çıkaracak şekilde ağır başlı hareket etmesinin ve stratejik düşünmesinin tam zamanıdır. ABD, duygularla ya da dînî bir misyon duygusuyla hareket edemez, etmemelidir.

    Öte yandan, Amerikan yönetimi, caydırıcılık politikasının, ABD-Sovyet ilişkilerinde, ABD-Çin ilişkilerinde ve Hindistan-Pakistan ilişkilerinde nasıl olumlu sonuçlar verdiği gerçeğini de aslâ gözardı etmemelidir.

    Dahası, Tahran'ın bir gün ürettiği bombayı bazı teröristlere sızdıracağını iddia ederek İran'a derhal askerî saldırı gerçekleştirilmesi gerektiği fikrini yaymak için yoğun çaba gösteren çevreler, böyle bir şeyin İran'ın tümüyle intiharı anlamına geleceği gerçeğini kolaylıkla gözardı ediyorlar. Zira böylesi bir durumda, İran, suçlanacak ilk ülke olacaktır; ve bir hayli gelişmiş olan nükleer araştırmalar, böyle bir şeyi yapan ülkenin derhal tespit edilmesini sağlayacak düzeye ulaşmış durumdadır.

    Bununla birlikte, İran'ın sonunda nükleer silahlara sahip olması, bölgedeki gerilimi tırmandıracak ve Suudi Arabistan ya da Mısır gibi ülkeleri de İran'ın ardından nükleer silahlar yapmaya cesaretlendirecektir.

    İRAN, LAİKLEŞTİRİLEREK ETKİSİZLEŞTİRİLEBİLİR

    O yüzden, İran'ın nükleer silahlara sahip olmasını engellemek doğru bir girişim olabilir; ancak bu hedefi gerçekleştirirken ABD'nin İran'ın uzun vadede katedeceği siyasî ve sosyal gelişmeyi mutlaka göz önünde bulundurması kaçınılmazdır.

    İran, eğitim, sosyal hayatta kadının yeri ve özellikle de genç kuşağın sosyal beklentileri açısından yakın bir gelecekte, Türkiye'nin geçirdiği evrime benzer [laikleştirerek İslâmî iddialarından vazgeçirip etkisizleşmesine ve teslim alınmasına imkân tanıyan-YK] bir evrim geçirebilecek objektif önşartlara sahip bir ülkedir.

    Mollalar, İran'ın geleceği değil, geçmişidir artık. Dolayısıyla, böylesi bir evrim / değişim sürecini tersine çevirecek eylemlere kalkışmak bizim çıkarlarımıza uygun değildir.

    Ciddî diplomatik müzakereler, yalnızca sabırlı bir çalışma içine girmeyi değil, aynı zamanda, yapıcı bir atmosfer oluşturmayı da gerektirir. ABD'nin müzakereler yoluyla en iyi sonucu almasını istemeyenler tarafından kışkırtılan yapay ültimatomlar ve tehditler, geri tepecek yanlış adımlardır. "Haydut devlet" suçlamaları, hiçbir işe yaramayacak "hır-gür"ler ve hatta diğer ülkenin güvenlik kaygılarını hiçe saymak gibi girişimler, eğer hedef, müzakere sürecini baltalamaksa, işe yarayabilecek taktiklerdir ancak!

    EN İYİ SEÇENEK, DİPLOMATİK MÜZAKERE

    ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın yanısıra (her ikisi de BM Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisi olan) Rusya ve Çin'in İran'la giriştikleri doğrudan müzakerelere katılmalı, çok iyi sonuç verdiği gözlenen Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi çok taraflı görüşme modelini aynen benimsemelidir. Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi, ABD, aynı zamanda, İran'la da, iki tarafın güvenlik ve finansal kaygılarının karşılıklı masaya yatırılacağı iki taraflı müzakerelere de başlamalıdır.

    Hatta bu müzakereler, özellikle de muhtemel bir İsrail-Filistin barış anlaşmasının imzalanmasından sonra, bölgedeki bütün Arap devletlerinin de onaylayacağı Ortadoğu'nun nükleer silahlardan arındırılması gibi bir bölgesel anlaşmanın gerçekleştirilmesine imkân tanıyabilir.

    Şu ân iki seçenekle karşı karşıyayız: Ya uzun vadede Amerika'nın çıkarlarını derinden sarsacak hesapsız kitapsız bir maceraya daha kalkışmak; ya da İran'la müzakereye oturma konusunda ciddî olmak.

    ABD'Yİ YENİ MACERAYA SÜRÜKLEYEMEYİZ

    Mollalar, birkaç yıl öncesine kadar [hiç de iyi bir pozisyonda değillerdi ve-YK] patinaj yapıyorlardı; ancak bizim izlediğimiz yanlış politikaların sonucunda, ABD ile sürtüşmenin yoğunlaşması ve ivme kazanmasıyla birlikte yeniden canlanmaya ve ülke gündemini belirlemeye başladılar.

    Gerçek stratejik hedefimiz, "hava atarak" ve tehditler savurarak değil, müzakereler konusunda ciddî olduğumuzu gösteren bir tavır takınarak, İran milliyetçiliği ile İran'daki dînî köktenciliği birbirinden ayırmak olmalıdır.

    İran'a saygıyla ve tarihî bir perspektifle yaklaşmak, bu stratejik hedefimize ulaşmamıza yardımcı olacaktır. ABD'nin bu konuda izleyeceği politika, Irak'ta yanlış yönlendirmelerin sonucunda gerçekleştirilen askerî müdahale öncesinde yaşananları andıran zoraki ve yapay olarak icat edilen çatışmacı ve kışkırtıcı atmosfere yenilerek rayından ve gerçek hedefinden saptırılmamalıdır.

    (*) Zbigniew Brzezinski, İran Devrimi'ne denk gelen 1977-1981 yılları arasında ABD Başkanı Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı görevini yürütmüştü. Soğuk Savaş döneminde Henry Kissenger'la birlikte Amerikan dış politikasının belirlenmesinde kilit rol oynayan iki önemli isimden biri olan Brzezinski'nin bu makalesi, Los Angeles Times gazetesinin 23 Nisan 2006 tarihli Pazar günkü nüshasından çevrildi.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi