T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Resul TOSUN

Demokrasi kılavuzu

Geçen hafta komisyon görevlisi olarak İstanbul'da bulunduğum için 23 Nisan günü Meclis'teki törene katılamadım dolayısıyla Türkiye gündemine oturan Meclis Başkanı'nın konuşmasını da dinleyemedim. Türlü senaryoların konuşulduğu bu günlerde aklı selim yüklü bu konuşmanın özetini vereceğim. Diyor ki TBMM Başkanı Bülent Arınç:

"(...)Türkiye'nin geçirdiği birtakım olağanüstü şartlarla kuvvetler ayrımında bir denge sorununun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Bugün tüm dünyada geçerli olan parlamenter sistemin genel kuralları ülkemizde uygulansa da, Meclis'imizin fonksiyonu, gücü ve yetkileri kısmen erozyona uğramıştır. Yine de Meclis'imiz, kendi uhdesinde tuttuğu yasama ve denetim faaliyetlerini bugüne kadar başarıyla sürdürmüş ve diğer erklerin görev alanlarına müdahil olmaktan titizlikle kaçınmıştır. Ancak bugün Meclis'imiz, asıl görevi olan yasama ve denetim faaliyetlerini yaparken, diğer erklerden birtakım eleştiriler geldiğini görmekteyiz. (...)

Türkiye'de darbeler döneminin başlangıcı kabul edilen ve "bürokratik iktidarın" güçlendiği 1960 yılından itibaren Meclis'imizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, bu tür hukuki temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır. Anayasa'yı ve tüm kanunları yapan, cumhurbaşkanını seçen, hükümeti içinden çıkartan ve aynı zamanda denetleyen, savaş kararını alan ve ülkenin geleceğine yön veren bir kurumun, bugün sahip olduğu gücü ve yetkiyi tam olarak kullandığı tartışmalıdır. Kimi zaman çok önemli mekanizmaların dışında bırakılan Meclis'in fonksiyonları daraltılmıştır. Örneğin, ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan ve "gizli anayasa" diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin hazırlanılmasında, Meclis'imiz ve ilgili komisyonlarımız tamamen devre dışıdır. (...)

Bu belgenin, Meclis'imizin bilgisi ve denetimi haricinde hazırlanması, Parlamento'muzun fonksiyonunun ve millet iradesine verilen değerin ne durumda olduğunu göstermektedir. Demokratik bir ülkede "gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa" gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder. (...)

Anayasa'mızın başlangıç bölümünde; "Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu" açıkça ifade edilmiştir. Bu net açıklamaya rağmen bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta daha üstün olduğunu vehmetmektedir. (...)Yüce Meclis'imiz 84 yıl önce saltanat kurumunu kaldırmıştır. Ancak bugün ülkede bu kez "kurumların saltanatı" hüküm sürmektedir.

(...)Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece "kurumların mutabakatını" arayan demokratik başka bir ülke yoktur. Türkiye'de doğal bir durummuş gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduğunu açıkça gösterdiği inancındayım. (...)

Eğer burada bir mutabakat sağlanamazsa gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir.

Yüce Meclis'imiz çatısı altında çıkartılan kanunlar tartışılırken her meselenin rejim tartışmasına çekilmesi her geçen gün artmaktadır. (...) Türkiye, rejiminin Cumhuriyet olacağına, demokrasi olacağına bundan 83 yıl önce karar vermiştir. (...)Hiç kimse Cumhuriyet'ten, demokrasiden, temel özgülüklerden vazgeçme niyetinde değildir. Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır.

(...)Milli değerlerimizin sahibi bir kesim, bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkestir.

Tartışmaların odağında yer alan ve nerdeyse tüm fikir ayrılıklarının gelip dayandığı bir başka konu da laiklik ilkesidir. (...)Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. (...) Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir. (...)

Geleneksel korkulardan kurtulmalıyız. Bu Meclis'in açıldığı günlerde olduğu gibi kucaklaşmalıyız, kol kola girmeliyiz ve büyük Türkiye hayali için yola çıkmalıyız."

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi