|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 4 OCAK 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
|
2000'lerin başından bu yana AB meselesiyle yatıp AB meselesiyle kalktık. AB projesi yıllar içinde çok şey ifade eder hale geldi. Bir yandan "askıya alınmış toplumsal sorunları, daha öte toplumsal talepleri, toplumu, siyaseti ve köklü değişim projeleri"ni ikame etti. Öte yandan devletçi dirilmeye ve milliyetçi tepkilere rehberlik" yaptı. Devletin değişimden gelecek tehlikeleri bertaraf etmek amacıyla değişimin taşıyıcılığına soyunmasını yücelten ve teşvik eden, bunu yaptıkça toplumdan ve siyasetten uzak duran "faydacı bir değişimcilik" ile partiler düzeyindeki "değişimci ya da milliyetçi popülizm" ve "çağdaş siyasi değer ve ilke arayışları" belki de bu yüzden iç içe girdi, karmaşa oluşturdu. Bugün de sorun farklı bir yerde değil. 3 Kasım seçimleri öncesi belki bu yüzden siyasi tartışmalarda ve kamplaşmalarda ülke "atarekil bir reddiyetçilik"le, evcil, merkezci, iç dinamikleri küçümseyen, dış dinamikleri yücelten, böyle yaptıkça insanı, toplumu, ilkesel ve toplumsal siyaseti dışlayan, siyaseti dar çıkar alanına hapseden, evcimen, ama ilkel, hatta fakir ve "ittihatçı bir liberalizm" arasına sıkışmıştı. 3 Kasım seçimlerinin en önemli yönlerinden birisi toplumu, siyaseti ve insanı dışlayan iki cepheli bu siyasi şablonu altüst etmesi oldu. Son üç yıldır yaşananlar toplumsallaşmamış, "toplumu merkeze almayan, iç dinamiklere dayanmayan değişimciliğin mümkün olamayacağını, olanın ise AB dilini kullansa bile, mevcut yapıyı, militer düzeni, devletçi şemayı en azından zihniyet açısından doğrulamaktan başka işe yaramayacağını" ortaya koydu... Başka bir deyişle 3 Kasım sonrası iç dinamiklerin devreye girmesini ifade etti, bir dizi değişim adımı dış dinamikleri iç dinamiklerin kuşatmasıyla mümkün oldu. Toplumun devreye girmesi, şahinleri, askeri vesayet rejimini savunanları, içe kapalı bir gelecek düşleyenleri zora düşürdü, gere plana itti, hatta susturdu. Ne var ki, bugün "başka bir safha"ya geçiyoruz... Değişim hattında mesafe katedildikçe, değişime direncin artması kaçınılmaz olur, nitekim öyle oluyor. Türkiye gibi ülkelerde bu direnç toplumsal talepleri taşıyan temsili siyasi güçlere ve siyasi karar mekanizmalarına yönelik olur, nitekim öyle oluyor ve çatışma devlet içinde yaşanıyor. Değişim hattında yol katedildikçe, değişim girdileri onu taşıyan partiler için sırandalaşır, hatta rahatsız edici olmaya başlar, nitekim öyle oluyor. 3 Ekim 2005 sonrasında siyesi iktidarın elindeki yol haritası muğlaklaşmaya başladı. Temel hak ve özgürlükler konusunda, Batı'yla ilişkilerde, siyasi iktidarın reformcu görünümünde kırılmalar ortaya çıktı... Bugün "AK Parti ilginç ve garip bir şekilde bir yandan AB projesinin ve demokratikleşmenin taşıyıcısı olma iddiasını koruyor. Öte yandan AB karşıtlığı ve katıksız bir milli egemenlik eğiliminin içinde yer almaya, bu eğilimin taşıyıcılarından birisi olmaya soyunuyor." Böyle yaptıkça sandığının ve beklediğinin tersine bugüne kadar onu kuşatan toplumsal desteği zedeliyor, dahası yaşanan krizlerde iç dinamikleri aktif bir unsur haline getirme imkanı azalıyor... Gözünü toplumdan devlete çevirdikçe yalnızlaşıyor ve gündemi eski denklemin belirleme ihtimali artıyor. Bu tür konu ve tartışmaların bugünlerde siyasi iktidar çevrelerinde pek revaçta olduğunu sanmıyoruz. Aksi halde daha önce kaybedenlerin oynadığı oyunu oynamaktan vazgeçerlerdi.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |