|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 4 OCAK 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
|
Süleyman Demirel niçin böyle konuşmuştu? Malum süreçte harcanmalarına göz yumduğu, hatta harcanmalarında katkı sağladığı İmam Hatiplere niçin açık çek vermişti? Neydi amacı? Siyasete dönüş alıştırmaları mı yapıyordu? Merkez sağı tahkim etmeye mi çalışıyordu? Peki, merkez sağın Demirel'in aklına, daha doğrusu toparlamasına ihtiyacı var mıydı? İki müddei, Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar ne diyeceklerdi bu işe? Fehmi Koru bu konuda doyurucu şeyler yazdı, birinci elden bilgiler de aktardı, bu nedenle ayrıntıya girmek istemiyorum. Demirel'de zaman zaman depreşir eski hastalıklar ("eski hastalık" diye siyasetten sözediyorum); hatırlayacaksınız, Anasol-M hükümetinin dibe vurduğu ve merkez sağda yeni arayışların başladığı kriz günlerinde, "Ülkeyi iki ayda düze çıkarırım" deyip dönüş sinyalleri vermiş, yürekleri ağza getirmişti ama, eskilerin tabiriyle oynadığı at kavi çıkmadı. Siyasî ihtirasına hayran kaldığımız Demirel, dönüşünü Mehmet Ali Bayar üzerinden gerçekleştirecekti. Olmadı. Mutlaka değerli bir insan olan Bayar DYP içinde "truva atı" muamelesi görünce, dönüş planı uygun bir konjonktürde "yeniden ele alınmak üzere" rafa kaldırıldı. Zaten, değerli bir insan olan Bayar'la da olmazdı; tamam, soy isim uygundu, birtakım anakronik çağrışımlara açıktı, ama... Nasıl derler? Rasyonalitesi yoktu. Elbette "çapsızdı" demek istemiyorum (politik anlamda çapsız); Sayın Bayar fazla nahif kalıyordu. Bizim üzerinde durmamız gereken konu, Demirel'deki siyasî ihtiras... Bir ara "Başkanlık sistemi"ni tartışmaya açmıştı; "dokuzuncu" sıfatıyla Çankaya'da oturduğu günlerde... Oysa, ilk kez "Başkanlık sistemi"ni telaffuz eden merhum Özal'a az çektirmemişti. Sonra ne olduysa oldu, vaktiyle bünyemize uygun bulmadığı sistemin biricik müdafii kesildi. Muhtemelen amacı, sistem yürürlüğe girdiğinde ilk "seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti Başkanı" olarak tarihe geçmekti. Olmadı. Başkanlık istiyordu ama, 5+5'e razı oldu. Bir 5 yıl daha Çankaya'da oturmanın ince hesaplarına daldı. TBMM'ye şirin görünmenin mücbir yollarını denedi. Mesela, milletvekilleriyle oturup kalkmaya başladı; yurtiçi gezilerinde yanına gazeteci değil, milletvekili aldı... Meclis'te olumsuz bir gelişme yaşanır korkusuyla da, programdaki bütün yurtdışı gezilerini iptal etti. Hükümetle de arayı hoş tutuyordu. "Af yasası"nı iade etmişti ama kıyak emekliliği çarçabuk onayladı. Olmadı. Bu ülkenin bir 5 yıl daha Demirel'in Cumhurbaşkanlığına tahammülü yoktu. İdeal olan, Demirel'siz bir ülkede yaşamaktı. Başkanlık hayalleri suya düştükten ve yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı olma umudunu yitirdikten sonra, ömür boyu tabii senatörlük de kalktığına göre, yapacağı tek şey kalıyordu: Gerçeği kabullenmek ve İslamköy'e yerleşip emekliliğin keyfini sürmek. Resim yeteneği olmadığı için anılarını da yazabilirdi. Hatta, partiler üstü kalıp, "bir öğreten", "bir gösteren" de olabilirdi. Buna da tamah etmedi. Demek ki, ne şekilde olursa olsun, hangi şartlarda olursa olsun, ille siyasetin içinde yer alacak. Fakat, Demirel'siz günlerin keyfini süren kahir ekseriyet bunu nasıl karşılayacak? Bence hiç iyi karşılamayacak. Hulasa "korkmayın" diyorum. Hele, Demirel'in çıkışını "merkez sağda alan temizliğinin işareti" olarak yorumlayanlara hiç kulak asmayın. Bir daha gelmez. Gelemez. Mumcu ve Ağar'ın korkmaları için de bir neden yok. Çünkü, gelebilmesinin rasyonel koşulları mevcut değil...
|
![]()
| ||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |