|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 19 OCAK 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
İslâm hakkında bazılarının kafasını kurcalayan sorulardan biri de şudur: Nasıl oluyor da, değişen dünya şartları karşısında İslâm'ın değişmeyen kuralları dayatabiliyor? Tarihin, toplumun, ekonominin şartları değiştiğine göre, onları düzenleyecek hukuk kurallarının da ahenkli bir değişikliğe uğraması gerekmez mi, hatta böyle bir değişiklik kaçınılmaz olmaz mı? Şayet dünya değişiyor da, o dünyaya düzen veren kurallar değişmeden duruyorsa, orada bir sakatlığın, sakametin mevcut bulunduğundan bahsetmemiz gerekmez mi? Dahası, sözü geçen değişikliklere ket vurması beklenen sabit kurallar bir tarafa atılmalı değil mi? Devam edebiliriz: İslâm'da, Hıristiyanlık anlamında bir reform da mümkün olmadığına göre, İslâm'ın hayatın dışına itilmiş olması icap etmez miydi? Oysa İslâm'ın realitesi bu vakıanın dışına düşmektedir. Acaba niçin? Cevabı, bu soruların kaynağı olan sosyolojide değil, fakat bizzat İslâm dininin taşıdığı özelliklerde aramamız gerekiyor. Bu özellikler neler olabilir? Önce Hıristiyanlıkla İslâm arasında pratik hayatta görülen bir farklılığa işaret edilmesi yerinde olur. İslâm'da Hıristiyanî anlamda bir reform hareketinin söz konusu olmadığını şimdi söyledik. Bunun anlamı şudur: Hıristiyanlık değişen şartlar muvacehesinde kendi hükümlerini değiştirmekte beis görmüyor. Din, kendini, yeni şartların icabatına göre yeniden şekillendiriyor. Nitekim 16. yy.daki reform hareketinin anlamı da bundan başka bir şey değildi. Oysa İslâm'da öngörülen tecdit (yenileme) hareketinin mahiyeti farklıdır. İslâmî yenileme hareketinin amacı, dinin rükünlerinden (ilkelerinden) taviz vermeden, dine bulaşmış olan bidatleri ayıklamak, dini kendi asliyeti üzere arındırmak ve dünyayı (egemen ilim anlayışından egemen kültüre, yaşama biçiminden egemen zihniyete kadar dünyaya anlam veren her çeşit hayat tarzını) yeniden yorumlamaktır. İslâm, kendisi değişmeden, değişene anlam verebilmektedir. Böylece dünyayı Müslümanlar tarafından sürekli yaşanılabilir tutmaktadır. İyi de, bunun tılsımını neye borçluyuz? Genel ve yaygın bir kanaatin tersine, İslâm'da çoğu şey önceden belirlenmemiştir. Yasakların sınırı, herhangi bir demokratik düzende öngörülenden çok daha azdır. Aslolan ibahadır (mubah sayılan hususlar). Devlet düzeni, aile düzeni, teknoloji vb. hususlarda belirleyici olan Müslümanların aktüel ihtiyaçlarıdır. Söz konusu ihtiyaçların hasıl ettiği (edeceği) hayat tarzı, İslâm'ın ilkeleri çerçevesinde sürdürülür. 1400 yıldan bu yana kurulmuş bulunan İslâm devletlerinin birbirine benzeyen veya benzemeyen özelliklerinin bulunması, İslâmî yönetim biçiminde apriori kuralların olmadığını gösterir. Her dönemin Müslümanları kendi ihtiyaçları doğrultusunda ve İslâm'ın ilkeleri çerçevesinde kendilerine ait yönetim biçimini kurabilirler (zaten kurmuşlardır da). Öteki sosyal kurumlar için de aynı esnekliğin mevcut olduğunu söyleyeceğiz. Esasen İslâm'ın zamana karşı dayanıklılığını da onun bu esnek özelliği (ırası) sağlıyor. İslâm'a İslâm dışı görüşlerin merceğinden bakıp kimi zaman onun liberal, kimi zaman sosyalist, kimi zaman kapitalist özellikler taşıdığını ileri sürenler ve İslâm'ın bu görüşlere indirgenebileceğini sananlar, aslında tam da bu noktada, onun taşıdığı esneklik hususunda yanılgıya düşüyor. İslâm esnek bir hayat tarzı öngörüyor olmasına rağmen, kendinden başka hiçbir görüşe indirgenemeyecek ve kendinden başka hiçbir görüşle açıklanamayacak bir özellik taşıyor. Bu itibarla İslâm, demokrasiden talep edilen hususlara cevap verse bile buna bakarak İslâm'ın demokrasiye indirgenebileceğini sanmak da yanlış olur. Çünkü o, demokrasiden daha fazlasını vaat ediyor.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |