|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 21 OCAK 2006 CUMARTESİ | ||
|
|
Orta mektepteydik. O zamanlar Uğurlugil Ailesi pek tutulurdu. Yanlış hatırlamıyorsam önce radyoda başladı, sonra bir dönem televizyon dizisi olmuştu. Bülent Ortaçgil'i zevkle dinlerdik. Öğretmen okulda bize Behçet Necatigil'den şiirler okurdu. Fakat çocuklardan biri kalkıp "Teyzemgile gittik" gibi bir laf edecek olsa, öğretmen hemen itiraz ederdi. "Teyzemgil değil, teyzemler diyeceksin." İyi de, o zaman niye bize Behçet Necatigil okuyorsun? Ne diye Uğurlugiller'e takılıyorsun? Git arkası yarın dinle, radyo tiyatrosunu takip et, Arsen Lüpen seyret, Kaçak Kimbıl'a bak. Söyleyemezdik.
Ah bu 'gil'den biz neler çektik! Dayımgilden mektup gelmezdi. Amcamgile telefon edemezdik. Dayımlar, amcamlar diyeceksin. Hoş, telefon etmek için amcamlar demek de yetmezdi ya. Bir mahalleye bir telefon ancak düşerdi. O da süs gibi dururdu, üstünde dantelli örtüsüyle. Çünkü hatlar daima meşguldü. Onun için biz de acil durumlarda telgraf çekerdik.
Hiç unutmam, bir yaz tatilinde tek başıma teyzemlere gitmiştim. Bakınız öğrenmişim, teyzemgil demedim. Bir hafta kaldım. Karartma günleriydi. Ampulleri renkli kâğıtlarla kaplardık. Kıbrıs çıkarmasından dolayı Yunanistan'la aramız iyi değildi. Gece hava saldırısı olursa, uçaklar yerleşim birimlerini göremeyecek hesapta.
Arabaların farları da renkli kâğıtlarla kapatılırdı. Muhammed Ali'nin maçlarını seyretmek için gece yarısı kalkar, siyah beyaz televizyonun karşısına geçerdik. Kelebek gibi uçan, arı gibi sokan Muhammet Ali, rakiplerini 13. rauntta devirirdi. Ekran siyah beyaz olsa da, boksörlerden birinin kaşı yarılınca akan kanı biz kırmızı görürdük.
Ali Bayramoğlu dünkü yazısında, dünya renkli televizyona geçmişken, Başbakan Demirel'in Tekirdağ'da renksiz televizyon tüpü fabrikasının temelini attığını yazmıştı. İşte o temel atma töreni yanlış hatırlamıyorsam, bu anlattığım tatil hikâyesinden 4-5 sene sonraydı. Zaman farklı fakat mekân aynı sayılır. Çorlu'daydık.
Bir hafta çabucak bitince, babama telefon edip bir hafta daha kalmak için izin istemek gerekiyordu. Aslında telgraf çeksek daha iyiydi ya, bir de telefonu deneyelim dedik, bakarsın çıkar. İyi de telefon nerede? Postaneye gitsek, çok kalabalık. Saatlerce ayakta beklemek akıl kârı değil. Filanca hanımlarda telefon olduğunu söyledi teyzem. Gidelim mi gidelim. "Hem onların kızları da var iyi anlaşırsınız."
Gittik; selam, sabah, muhabbet. Çay, börek, pasta, limonata. Saatler geçiyor, yazdırdığımız telefondan ses çıkmıyordu. Üstelik ortalıkta kız falan da yok. Evde iki kadın var, biri 65'in, diğeri 35'in üzerinde. Gün bitti, muhabbet bitti, gırgır bitti, yüzümün kızarıklığı geçti de telefon bir türlü bağlanmadı. Yola çıksam o sürede çoktan varmıştım. Akşam telefonu iptal ettirdik ve sonra galiba telgraf çektik.
"SAYIN YOLCULARIMISS..."
Özel hava yollarının artmasıyla gökyüzündeki rekabet kızıştı ve çok sayıda savaş pilotu Hava Kuvvetleri'nden istifa ederek özel sektöre geçti. Daha fazla kan kaybına uğramak istemeyen Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Cömert pilotlara mektup yazmış: "Her şey para değil." Çok doğru ama öte yanda hayatın gerçekleri var. Çocukların okul masrafı, ev taksitleri, araba taksitleri... Görevinden istifa ederek özel hava şirketlerine geçenler sadece bizde değil, Yunanistan'da görev yapan pilotlar da işinden ayrılıp Türk şirketlerine geliyor. Yunan pilotların da gerekçesi aynı: İki kat fazla maaş.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |