T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 OCAK 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

İslam'ın fazlası nedir?

"Değişen Dünya Karşısında İslâm" başlıklı yazımızı: "İslâm, demokrasiden daha fazlasını vaat ediyor." cümlesiyle bitirmiştik (19 Ocak 2006). Bir okurumuz (Reşit Kılıç) bu cümleye atıfta bulunarak söz konusu hususa açıklık getirmemizi istiyor ve İslâm'ın daha fazla vaat ettiği hususun ne olduğunu soruyor. Ayrıca demokrasiyle İslâm'ın birleştiği noktaların ne olduğunu öğrenmek istiyor.

Konu, aslında, bu sütuna sığdırılacak kadar basit değil. Biz, sayın okura, bu konudaki mütevazı bir çalışmamıza (Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, İz Y. 1998) göz atmasını tavsiye etmek isteriz. Aynı kitabımızdan yararlanarak özetin özeti bile sayılmayacak birkaç mülâhazayı da "madem sual vaki oldu, cevap vermek gerektir" fehvasınca burada hatırlatmakla yetinelim. Demokrasiden beklenen hedefler, eğer, kişi hak ve özgürlüklerine riayetin sağlanması; din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleştirilmesi; azınlığın çoğunluk, çoğunluğun da azınlık üzerinde tahakküm kurmasının önlenmesi; düşünce ve ifade özgürlüğünün gerçekleştirilmesi ise, İslâm'ın bu hususları son kerte titiz kurallarla güvence altına aldığı bilinmektedir.

Ayrıca özellikle medeni hukuk ilişkileri çerçevesinde insanlara kendi hukuklarını seçme özgürlüğü tanınmaktadır. Bu husus, bazılarının sandığı gibi çok hukukluluk değildir. Müslüman olmayanlara kendi hukuklarını uygulama yetkisi veren irade İslâm yönetimidir. Kaynağını da Resulullah'ın (sav) uygulamasında bulmaktadır. Ve kayıtlı olarak bilinen referansı Medine Vesikası olarak anılan metindir. İslam'ın öngördüğü, Müslüman olmayanlara tanınan kendi hukuklarını seçme özgürlüğü şimdiki ulus-devlet çerçevesinde yürütülen demokrasilerde bir ülkü olarak bile yer almaz. Henüz hiç bir demokrasinin böylesi bir olgunluğa ulaşamadığı malumdur.

İslâm, zorbalığı hiçbir biçimde öngörmezken, köleci, ayrımcı, sömürücü, sömürgeci, ırkçı bir kültürün (Batı kültürünün) ürünü olan demokrasi, insanlara ister istemez oportünist (fırsatçı) bir ahlakî yapı sunuyor. Demokrasinin en uçtaki savunucuları bile, demokrasinin icabında zorbalığa başvurabileceğini söylüyor. Örneğin 20 yy.'ın namlı filozofu J.P.Sartre şu mülâhazayı ileri sürüyor: "Bir yazar zorbalığı apriori kötülememelidir. Onu, çerçevesi içinde, bir yol diye bakarak kötülemeli ve hele, şunu anlamalıdır ki, çalışılacak şey, zorbalığı toptan ve soyut olarak kötülemek değil, her durumda gerekli zorbalığın en azını kurmaktır. Çünkü, bugün zora başvurmadan hiç bir şey yapılamaz, çünkü, bugün her şey zorbacadır. Demek ki, sorun her zorbalığı kötülemek değil, yararsız zorbalığı kötülemektir." (Çağımızın Gerçekleri, Çan Y. s.60). Aynı şekilde, 20. yüzyılın ateşli demokrasi savunucusu Karl Popper da, zorbalığa referansta bulunmaktadır. O da, demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyenler, icabında zor kullanılarak bertaraf edilmelidir, fikrinde (Açık Toplum ve Düşmanları, Remzi K.).

Bütün bu mülâhazaların gerçek bir demokrasi adına ileri sürüldüğünü akıldan çıkarmamamız gerekiyor. Zorbalık uygulanacak ama, asgari sınırına riayet edilecek. Peki onun asgari sınırını kim, nasıl tayin edecek? Zorbalık uygulanacak ama, benim amaçlarıma uygun düşmesine dikkat edilecek. Fakat bu amacın meşruiyetini kim, nasıl tayin edecek? Zorbalık uygulanacak, çünkü bugün her şeyin zorbaca oluşu bana bu hakkı sağlayacak! Bütün bunlar, insanları elbette hukukun üstünlüğü noktasına değil, fakat ancak keyfî uygulamalara sevk edecek mülahazalardır. Oysa İslâm zorbalığı dayatmayı ilke olarak reddeder. Onun, yalnızca Müslümanlara değil, fakat Müslüman olmayanlara tanıdığı hakların kaynağı Kitap ve Sünnet olduğu sürece bu ilkelerde geri adım da söz konusu değildir. Oysa referans noktasını beşer iradesinde bulan demokraside maslahatın gerektirdiği hallerde ilkelerden taviz vermek her zaman mümkündür. Nitekim şimdi adı geçen iki demokrasi savunucusunun mülâhazaları yeterli fikir veriyor sanırım. Bütün bu mülâhazaların Türkiye'nin halen yaşamakta olduğu antidemokratik hukuk düzencesi karşısında ne yapılması gerektiği konusu ile ilgisi yoktur. Türkiye'nin demokrasinin neresinde olduğu hususu bir soru, demokrasinin İslâm'ın neresinde olduğu sorusu başka bir sorudur. Bunlar iki farklı düzlemde yer alır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi