|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 26 OCAK 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
Hep söylediğimiz bir şey var. Her parti ancak hukuki ve siyasi meşruiyeti sağlayarak varlığını sürdürebilir. DEP, HADEP, DEHAP çizgisindeki partiler özellikle hukuki meşruiyet sorununu aşamamakta, aşmak için bir çaba göstermemektedir. Yine daha önce belirttiğimiz gibi, bu siyasal çizginin PKK ile arasına mesafe koyması ve teröre karşı tavır alması kendi yükseleceği siyasal zemini var etmenin ön koşuludur. Eğer amaç siyaset yapmak, halkın taleplerini siyasal sistem içinde temsil etmek ise asgari şart legalite, yani yasal ve anayasal çerçevede kalmaktır. Bu noktada yeni kurulan DTP'nin geçmişten ders alarak daha tutarlı bir siyaset güdeceği düşünülüyordu. Ama bunun olmayacağı ilk günden anlaşıldı. Hatta bu kez amaç, sadece bir partinin kendi zeminini kaybetmesi değil, siyasetin topyekün anlamsızlaşması gibi belirlenmiş görünüyor. İlk işaretler DTP'nin PKK'nın "siyasi kanadı" gibi davranmaktan çekinmeyeceğini gösteriyor. DTP'li 56 belediye başkanının Danimarka'ya gönderdiği "Roj TV" mektubu ve terörist başı Öcalan'a bağlılık belirten ifadelerden, DTP eş başkanı Ahmet Türk'ün Diyarbakır'da yaptığı bir konuşmada Öcalan'a endeksli bir söylem geliştirmesine kadar bir dizi söylem ve eylem böyle bir izlenim uyandırıyor. En son Hatip Dicle Londra'da yaptığı konuşmada Öcalan'a sadakat ve bağlılık içeren sözler sarfederek, bağımsız Kürdistan'ı savunma hakkından bahsetmiş. Ayrıca Güney Afrika'da 27 yıl hapis kalan Mandela'nın bir gün başkan olması, IRA ve ETA ile görüşülmesi gibi PKK'yla da masaya oturulmasını gündeme getirmiş. Bu söylemlerden çıkarılan sonuç, ortada üç ana amaç olduğudur: 1. Öcalan'ın serbest kalması ve liderliğinin kabulü
Legal bir siyasi partinin illegal bir örgüt liderine dönük bu söylemleri muhtemelen suç kapsamındadır. Eğer böyle bir davadan ceza alsalar, bu kez de AB üzerinden siyasi baskı yaptıracaklar. O halde bile bile yasaları sulandırma ve Türkiye'yi köşeye sıkıştırma politikası izledikleri çok açık. DTP, hukuki ve siyasi meşruiyetini geliştirmek yerine krizi tırmandırıyor. DTP'nin geçmişten ders alarak kendisine daha güçlü bir meşruiyet kanalı açmayı deneyebileceği düşünülerken, gelinen nokta meşruiyet yerine kriz üreterek gündeme gelmeye çalışmaktır. Amaç siyaset yapmak değil, illegaliteyi legalleştirmeye ve dünya gündeminde mağdur görüntüsü oluşturmaya çalışmaktır. Yani siyaseti güdükleştirerek, siyaseti ortadan kaldırarak kendine varlık alanı açmaya çalışmak... Bu, siyaset düşmanlığıdır. Bunun ne ifade özgürlüğüyle, ne de örgütlenme özgürlüğü ile bir alakası vardır. Terör örgütünü övmek, terör örgütüne toplumsal destek sağlamaya çalışmak, terörü meşrulaştırmaya dönük söylemler üretmek ifade özgürlüğü kapsamında düşünülemez. Bir siyasi parti kendisine "bağımsız Kürdistan" kurmayı amaç olarak edinirse, bunun yasal zemin içinde tolere edilmesi mümkün değildir. Kendi aralarında birbirlerini kışkırta kışkırta öyle uç bir noktaya geldiler ki, buradan makul bir çizgiye dönüş yapmaları ya da makul bir söylemin örgüt içinde karşılık bulması çok zor görünüyor. Peki, DTP'nin kendisini kapattırarak ya da mensuplarının kabul edilemez söylemleri üzerine yargılanmalarına sebep olarak Türkiye'yi demokratik olmayan bir ülke gibi gösterme çabası tutar mı? Hiç sanmıyorum. Kan üzerinden siyaset yapmayı hiçbir demokratik ülke tasvip edemez. Bir kısım karanlık hesapları gereği bunu normal sayan ülkeler olursa, bunlar da sadece hariçten gazel okumakla kalırlar. Eğer DTP'nin amacı iddia ettiği gibi Kürt kökenli vatandaşların haklarını savunmak ise bağcıyla kavga etmeyi bırakıp üzüm yemeye çalışmalıdır. Çünkü meydan okumak siyaset değildir.
|
![]()
| |||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |