T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 1 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

'Barış severlik' değil 'pasifizm'

Bugüne kadar "pasifizm"i tek başına ve "askeriye"yi ilgilendiren yönüyle incelemeye çalışan epeyce yazı yayımladığımı söyleyebilirim. Bu önemli mesele seksenli yılların başında yayınladığım kitaplarda da bir biçimde yer alıyordu. "Pasifizm" sözcüğünü doğrudan başlığına oturttuğum ilk yazım ("Pasifizme Övgü") birinci Körfez savaşı sırasında Birikim dergisinde yer aldı. "Pasifizm" o yıllarda ülke medyasında hemen hiç yer almayan, hatta bahsi geçince tatsız çağrışımlara neden olan bir kavramdı. Ülkenin "toplumsal hafızası"nda bu kavrama ayrılmış en ufak bir yer yoktu. Nasıl olsun; İmparatorluk "fetih"i, sonrası ise "bağımsızlık savaşı"nı öne çıkarıyor, onları esas alıyordu. Türkiye Avrupa'yı birinci ve ikinci savaştan sonra sarıp sarmalayan "pasifizm" rüzgarından da etkilenmemişti. Meselenin "askeriye"yi ilgilendiren yönüne gelince: "Ordu"nun "vicdani ret" gibi bir hakkın telaffuzuna bile tahammül edememesi bir yana, söz konusu hak toplum açısından da makbul bir şey değildi. "Evlenmek", "adam olmak", "yola gelmek" için "askerlik hizmeti" şarttı. Ortada henüz "bedelli" gibi bu hizmetin vazgeçilmezliğine-dokunulmazlığına epeyce darbe vuran uygulamalar da yoktu. Biz "barış-barış sever" sözcüğünü tercih ediyor, resmi ve muhalif söylemlerimizi bu sözcük ile kuruyorduk. Ama siz söyleyin: "Barış severlik" ve "pasifizm" aynı şey midir? Tabii ki değil. Bir kere herşeyden önce, "pasifist"ten farklı olarak "barış sever"in aklının bir yerinde "haklı savaş-haksız savaş" ayrımı öylece durmaktadır. Ve ayrıca hatırlamaya çalışın: "Barış"tan söz etmeyen bir "savaş sever" tanıyor musunuz? (Napoleon, "Her zaman barıştan söz etmek ve savaşmak gerekir" diyordu!)

Artık görüyoruz ki, AİHM'nin Osman Murat Ülke'nin şikayetini haklı bulmasından sonra "pasifizm"den de bu ülkede ciddi olarak söz edilecektir. Ülke, yaptığı basın açıklamasında "Türkiye şu anda bir yol ayrımında bulunuyor. Vicdani ret olgusunu, bu olgunun toplumsal düzen içindeki işlevlerini ve bunlarla birlikte yol ayrımını gündeme getiren AİHM kararını soğukkanlı bir biçimde yorumlamak gerekir" diyor.

AİHM kararı yeterince haber olduğundan ayrıntılarına girmeyeceğim. Bazı yayın organlarınca küçümsenmeye-önemsizleştirilmeye çalışılsa da söz konusu kararın Ülke'nin cezalandırılmasının Konvansiyon'un 3. maddesinin ihlali olarak değerlendirmesi ve bu konuda Türkiye'deki hukuksal çerçevenin "yetersiz" olduğunu vurgulaması (ve de ayrıca çok önemli olarak, Ülke'nin aynı suçtan "tekrar tekrar" cezalandırılmasının "absürd"lüğüne işaret etmesi) bir "yol ayrımına" geldiğimizi göstermektedir.

Medya kendini bundan böyle bu konulara daha ciddi yaklaşmak zorunda hissedecektir. "İstekli" ya da değil, farketmez. Radikal'den Yıldırım Türker'in yazdığı gibi: "Heves eder göründüğünüz demokrasi, insan hakları üstüne kurulu toplum düzeni, bunu gerektiriyor."

Zaten dikkat ederseniz "vicdani ret" tartışmasında geçen yıl bayağı iyi geçti. Bu konuyu cesaretle gazete sayfalarına taşıyan Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can (görevlerini dikkate alarak özellikle); konuyu birkaç kere gündeme taşıyan Ümit Kardaş; arada bir "sayfaya çıkışları"ndan birisini bu meseleye ayıran Taha Parla'yı hatırlayın...Ve de tabii ki, meseleye İslam ahlakı açısından yaklaşan yazarımız "Sami Hocaoğlu"nun o güzel yazısını. "Hocaoğlu", o güzel yazısını şu cümlelerle bitiriyordu:

"Bir Müslüman 'büyük günahtan' (mubiqât) şiddetle kaçınmakla mükelleftir. Hatta onun işlenmesine aracı olmak da o günahın parçası olmak sayıldığı için, o da haramdır. Hatırlayın o fıkıh usulü kuralını: 'Harama aracı olmak da haramdır'. İşte bu yüzden 'vicdani ret hakkı' bu ülkede en çok dinine bağlı samimi Müslümanları ilgilendirmektedir."

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi