|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 2 ŞUBAT 2006 PERŞEMBE | ||
|
|
Bu, sıkça olur... Her ciddi krizde, her ciddi para tıkanıklığında Türkiye, "dışa açılma zorunluluğu ile içe kapanma refleksinin kıskacı"na düşer. Ve hastalıklarını bu kıskacı kullanarak yeniden üretir. Bu kıskaç içinde yasalarını değiştirir ama zihniyetini ve devletçi yapısının asli özelliklerini değiştirmez. Karar mekanizmalarının demirbaş oyuncularının krizlerde sorun olarak görülen çeşitli rolleri, örneğin Silahlı Kuvvetler'in siyasi rolü, politikacıların popülist rolü, bırakın değişmeyi, her değişim sürecinde biraz daha pekişir. Bu pekişme aslında ülkenin söz konusu kıskaç içinde biteviye ürettiği, ilkenin karşısına gücü, değerin karşısına çıkarı diken ve ciddi bir ekonomik rasyonalitesi olan "mahalli gerçeğin" ta kendisidir... Bu yüzdendir ki, siyasetçinin "devlet nimetlerini dağıtan ara bayi fonksiyonu" görmesi sadece kamu bankaları ya da ihale kanunu gibi araçların varlığından kaynaklanmaz. Bu sistemin her tür devlet hizmeti ve işlevini maddi rant dağıtımına dönüştürme esnekliği sonsuzdur. Sonsuzdur zira, bu sadece "arpalık kamu kuruluşları" meselesi değildir. Rantçı devlet yapılanması "siyasi alanın aşırı darlığı"yla, bu darlık yüzünden siyasetçinin salt paraya yönelmesiyle, yani askerin siyasi rolü ve yeriyle de ilgili bir meseledir. Zira merkeziyetçiliğin arkasındaki, örneğin yerel yönetimler reformunu engelleyen en önemli ideolojik öge budur ve bu ideolojik ögenin ekonomik unsuru meşrulaştırması kaçınılmazdır. Rantçı devlet yapılanması aynı zamanda bir "zihniyet" meselesidir ve bu meselenin "merkeziyetçiliğin yerine getirdiği işlevler"le yakından ilgisi vardır. Devletçilik; kaynak transferi, altan yukarı doğru yükselme gibi ülkedeki "toplumsal-siyasal seyyaliyet mekanizması"nın temel aracıdır ve kamuoyunda kendiliğinden ve tarihsel bir meşruiyete sahiptir. Bu durum "siyasete tepkiyi siyallaştırarak" hemen her zaman ara rejimlerin alt yapısını oluşturmuştur. Para, mal varlığı, yolsuzluklar çerçevesinde Türkiye'nin, Türk siyasetinin asıl tartışması gereken mesele budur... Sorun yapısaldır, derindir ve tahrip edicidir... Öylesine ki siyaset ve ekonomik kaynaklar arasındaki ilişkileri koparması beklenen özerk kurullar bile bizde malum "kaynak aktarma-güç transferi" sisteminin araçları haline gelmişlerdir. Malum özerk kurullar daha önce kamunun elinde bulunan ya da doğal tekel durumunda olan işletmelerin özelleştirmeyle yeni tekeller oluşturmaması için kuruldu. Başta RTÜK olmak üzere, SPK, BDDK, Telekomünikasyon Üst Kurulu, Elektrik Piyasası Üst Kurulu ve bir ölçüde Rekabet Kurulu gibi kurumlar, bu amaçla oluşturuldu. Ne var ki yeni dönemde eski tarz siyaset yapmanın araçları bunlar oldu... Buralara atanan kişilerin "siyaseten" atanmış oldukları ve olacakları ortada. Yani eski tarz siyaset ve siyasetçiler bundan böyle kendilerini bu üst kurullarda kamufle ediyorlar ve edecekler. Bundan böyle kamu bankalarını, KİT'leri ve daha nicelerini kullanarak, hortumlayarak ya da hortumlanmalarına göz yumarak siyaset yapmak yerine, üst kurullardaki adamlarının güçleriyle varlıklarını sürdürecekler... Velhasıl şunu görmek gerek: Siyasetin yeniden yapılandırılması, kirli imajından uzaklaştırılması, kalıcı bir meşruiyete kavuşması siyaset alanın "para-kaynak-güç kapanı"ndan kurtulmasına bağlı... Bunun yolu ise siyasi alanın gerçek anlamda genişlemesinden, toplumsal siyasetin ve katılım mekanizmalarının keşfedilmesinden geçiyor... Anlamsız mal varlığı tartışması ise üretim ye-rine tüketimi esas alan hasta bir zihniyetin, devletçi bir zihniyetin siyaseti tahrip eden bir gülle işlevi görmesinden başka işe yaramıyor.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |