|
|  |
Huysuz çocuk Fener
Ligin ikinci devresinde ilk seyrettiğim maç oldu, Fenerbahçe-Rizespor maçı... Doğrusu hevesim kursağımda kaldı. Kalitesiz bir maç, kötü bir Fenerbahçe izledik.
Sahada sarı-lacivertli takıma özgü kötü futbolun klasik bir örneği vardı. Dağınık, hırssız, hevessiz, birkaç oyuncunun itmesiyle hareket eden, pas ve mantık hatalarıyla örülü, uykuda bir Fenerbahçe...
Futbol biraz insan hayatına benzer...
Yetenekli ve zeki olmak yetmez başarı için... Disiplin, çalışma, motivasyon, güçlü, dirençli ve inatçı kişilik başarının olmazsa olmaz koşullarındandır.
Fenerbahçe bu açıdan zeki, yetenekli ama huysuz ve tembel bir çocuğa benzer. Zaman zaman müthiş işler başarır, zaman zaman akıl almaz bir vasatlık sergiler. İstikrarsızlık karakteridir.
Bu, biraz üstünlük duygusundan, biraz kulüp yapısından kaynaklanır.
Bunun içindir ki, iyi futbol değildir Fener'in hedefi, fiyakalı futboldur...
Bu zeki ve yetenekli çocuğun fiyakalı ve büyük işler yapması için top koşturduğu alanda çıtanın yüksek olması gerekir. Aynı hayatta olduğu gibi karşısında onu zora sokacak ya da ateşleyecek rakip ve koşullar gerekir...
Ne yazık ki Türkiye liginde çıta çok düşük...
İşte böyle... Fenerbahçe kötü futbol oynarken bile bu ligin en iyi takımı olmayı sürdürüyor.
Bu durum bir Fenerbahçeli olarak beni mutlu etmiyor, tatmin hiç etmiyor.
Bu koşullarda madem maçtan söz etmek zül, o zaman şöyle bir futbolculara bakalım:
Alex: Fenerbahçe'nin karakterine en uygun futbolcu, 3 dakika oynuyor sonra 20 dakika yok...
Anelka: O da bize uygun... Ama uygunların en iyisi... Fenerbahçe onun varlığına dua etmeli. Oyunu hızlandıran, rakip defans dengesini bozan tek futbolcu o. Bu kadar kötü organize olmuş bir takımda Anelka'dan daha fazlasını beklemek de zaten mümkün değil.
Ümit: Bu genç adam beni hep şişiriyor. 1980'lerden kalma bir futbolcu görüntüsü veriyor, oyunu düşürüyor, ağır, önce düşünüyor sonra harekete geçiyor. İlginçtir tüm bunlara rağmen hem Fenerbahçe'nin hem de milli takımın değişmez tek oyuncusu...
Tuncay: Futbol değerlendirmelerinde bir dağınıklık ölçümü yapılsa her halde rekor kırar. Rakip kapanmışsa, takıma yeni bir heyecan ve bir ruh lazımsa bu dağınıklık işe yarayabiliyor, rakip defansın dengesini bozabiliyor. Tabi iyi günündeyse ve top onu severse... Ama bu, istisna bir durum. Tuncay çoğunlukla sahada takımı oyundan düşürmekle, kritik hamleleri harcamakla meşgul...
Serkan: Türk futbolunun bu "genç yıldızı"nın durumu da Tuncay'dan farklı değil. O topa değil, top ona hakim... Yani İstanbul'daki PSV maçında olduğu gibi iyi ve etkili işler yapması için topun o gün onu sevmesi lazım...
Deniz: Sistemli bir takımda etkili olabilecek, ama dengesiz bir takımda sınırlı yetenekleriyle beklentilerin altında ezilecek biri... Nitekim öyle oluyor...
Deniz, Tuncay ve Serkan'ı bir önceki kuşağın benzer mevkilerde oynayan üç oyuncuyla örneğin, Okan Buruk, Ergün Pembe, Ümit Davala'yla karşılaştırınca Türk futbolunun nereden nereye geldiği, yani nasıl bir yetenek kaybına uğradığı ortaya çıkmıyor mu?
Fehmi Koru buyurunca
Fenerin futbolundan tek memnun olmayan ben değilim, elbet.
Maçı Fenerbahçeli iki gazeteci dostumla, Fehmi Koru ve Selahattin Sadıkoğlu'yla seyrettim.
Fehmi Koru iyi bir Fenerbahçelidir, övünmek gibi olmasın ama Fenerli bilincinin yükselmesinde, maç izleme alışkanlığı edinmesinde epey katkım olmuştur.
Ama Fehmi Koru bu; o her şeyden önce gazetecidir... Hep merak eder ve öğrenmek ister... Gazeteye adımını atar atmaz, daha koridorda başlar etrafına takılmaya, "Ali, Ahmet, Mustafa bilmemiz gereken, bilmediğimiz bir şey var mı, anlat, anlatın..." çığırtısıyla...
Ama en çok "laf çürüdü" sözüyle tanınır... Bir sohbette onu ilgilendiren, heyecanını kabartan konular bitmişse, sohbeti bozacak gürültü bir ses tonuyla "laf çürüdü" der, sohbet durmazsa ya kalkar gider, ya başka işlerle, özellikle baş oyuncağı olan bilgisayarıyla uğraşmaya başlar...
Her neyse maç günü Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'ın davetlisi olarak üç gazeteci protokol tribünündeyiz...
Tribünün sağ ön sırasında orta koltuklarda kulüp başkanı Aziz Yıldırım ve 1. Ordu Komutanı İlker Başbuğ var. Tam sağ paralelde ise Fehmi Koru oturuyor, o da tam bir paşa gibi... Selahattin ve ben ise iki yanında oturan yaverleri gibiyiz...
Nitekim edası ve yorumları müthiş Fehmi Koru'nun... Dönüp dönüp "Bu ne biçim futbol" diyor... Sadıkoğlu'na durmadan "Bunlar beleşe yatıyor" diye söyleniyor...
Ama maçın 39. dakikasındaki ettiği laf en müthişi:
- "Ali, Ali top çürüdü, ne halt edeceğiz..."
Maç çıkışında Selahattin'le konuşmaya dalıyoruz, "Bu işte bir gariplik var" diyoruz, "bu Fehmi ne zaman maça gelse, ya kötü oynuyoruz ya puan kaybediyoruz"... Uğursuz mu geliyor acaba?
Bir sonraki maç için niyetimiz Fehmi'yi ekmek...
En küçük Fenerli: Süreyya
Şöyle diyor babası Yakup Köse: "İşte anadan doğma Fenerli kızım Süreyya Nur... 12 Eylül'de doğdu. 12 günlükken bu resmi çektirdi, evimizin kapı no'su 12..."12 bizim takımda seyircinin numarası da değil mi? En küçük seyirci Fenerli Süreyya Nur'a merhaba...
|
 |

|