T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 8 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mustafa KUTLU

Vahşi ile medeni

Eğitim sürecinde insanın tabiat ile mücadelesinin tarihini öğrendik. İnsanoğlu aklı sayesinde vahşi tabiata karşı koyuyor, kendine bir güvenlik alanı açabiliyordu. Yüceltilen bir savaştı bu. Sonunda muzaffer insan yeryüzünün hakimi oluyordu.

Dağları deliyor, sulara gem vuruyor, ormanları bir baştan bir başa yarıp geçiyor, bataklıkları kurutuyordu.

Neden sonra anlaşıldı ki bataklıkların en azından bazısını kurutmak öyle övünülecek bir şey olmak bir yana, ekosistemi tahrip eden tehlikeli ve yanlış bir uygulama imiş.

Ayrıca bu tabiata düşman tavır sadece kendini medeniyetin tek ve yanılmaz temsilcisi sayan batı dünyası tarafından savunuluyor, burada kalınmayıp metazori dünyanın diğer bölge ve insanlarına da kabul ettiriliyordu.

Kendini medenî ötekini vahşi kabul ederek onu da ehlileştirmeye çalışan bu anlayış sonunda insanları yapay bir âleme hapsetti.

Bu yapay âlemin unsurları, bilgileri, âletleri, evleri, şehirleri, yolları genişledikçe; doğal dünyayı kemiriyor, havayı, suyu, toprağı, ağacı, hayvanı yokediyor. Alemin hakimleri sonsuz bir konforun kollarında sarhoş kalabilsinler diye.

Gidenler bir daha geri gelmiyor: Ne petrol, ne kömür, ne de delinen ozon tabakası. Her yıl onlarca hayvan türü dünyamızı terkediyor. Soyunun son örneklerini parklara, laboratuvarlara hapsettiklerimiz de var. Bu kendini medenî sayan görüş, bırakın tabiatı ve hayvanlar âle-mini, kendi türüne karşı daha da acımasız. Kendi konforunun "sürdürülebilir" olması uğruna yılda milyonlarca insanın açlıktan ölmesine göz yumuyor.

Bu vahşet, dünyanın güzelliğini de, el değmemiş unsurlarını da sonsuz bir tecavüz tutkusu ile kirletiyor. Kısa süreler içinde kafalarını kumdan çıkaranlar oksijen arıyor (temiz hava), sükunet istiyor (gürültüden, hareketten, hızdan usanmış), güneş, ağaç, temiz su, dağ, dere, çiçek, kuş ile çevrili bir doğal ortam arzuluyor.

O doğal ortam dahi organizasyona dahil edilmiş, devasa bir turizm sektörü yaratılmıştır. Eskinin turistleri (seyyahlar, kâşifler) macera ve bilgi peşinde koşar, bu uğurda türlü sıkıntılara katlanırlardı. Şimdikiler o onulmaz konfor sarhoşluğundan vazgeçemiyor. Gittikleri sözümona doğal ortamlarda klima, duş, temiz ve yumuşak yatak, müzik, eğlence, damak tadı, sex vb. türü hizmet istiyorlar. Bu yüzden olsa gerek şehir parklarına yapay şelaleler, vatanından sökülüp getirilmiş doğal kayalar, çeşitli ot ve bitkiler döşeniyor. Bunlar arasında kafayı yemiş dolaşan tüyü yolunmuş kuşlar, dişleri sökülmüş tilkiler, mahzun gözlü ceylanlar geziniyor. İnsanlar görsün de:

-A,a... Vahşi doğayı ayağımıza kadar getirmişler, deyip alkışlasınlar...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi