T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 16 ŞUBAT 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Fehmi KORU

Lâiklik anlayışında neredeyiz?

Yıllardan beri, hem de geceli-gündüzlü, tartıştığımız bir konunun hâlâ üzerinde kafa patlatacak bir yönü kalmış olabilir mi? Konu lâiklik ise bu soruya "Evet" cevabını vermek zorundayız. Devletin temel nitelikleri arasına 'lâiklik' ilkesini de almış olan ülkelerde, her kültürün 'din' ile tarihsel ilişkisinin etkilediği farklı yaklaşımlar söz konusu olabiliyor çünkü. Bu sebeple, 'lâiklik' ilkesi, yalnız bizde değil bu ilkeyi bizden çok daha önce benimseyen ülkelerde de, hâlâ tartışma konusu...

Ancak ilkenin hiç tartışmaya meydan vermeyecek temel bir kabulü de var: Lâiklik, çok genel hatlarıyla, 'yasama faaliyetlerinin dinden bağımsız yürümesi' demektir. Çıkarılacak yasalar illâ dine karşı veya aykırı olacak, hatta dinden esinlenmeyecek anlamına gelmez bu kabul; anlamı en kaba tanımla şudur: Yasa çıkartırken dinî gerekçeler ileri sürülemez... Sözün kısası, "Dinimiz böyle emrediyor" diye yasa çıkarmak lâikliğe aykırıdır...

Hukuk, özellikle de son günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dilinde 'pozitif hukuk' olarak geçen 'tabiî hukuk', oluşumu sırasında dinden büyük çapta etkilenmiştir. İlk yasalaştırma faaliyeti, o dönemde varolan dinî anlayışın kurallaştırması biçiminde gerçekleşmiştir zaten. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde harfi harfine tercüme edilerek benimsenen Medeni Kanun sözgelimi; aktarıldığı İsviçre'nin dinî kabullerini büyük çapta yansıtmaktaydı.

Dinî özellikler doğal olarak ülkelerin lâiklik anlayışlarına da yansımıştır... Kilisenin çok güçlü olduğu Katolik ülkelerde, örgütlü dinin elinden hakların 'zorla' alınması gerektiğinden, çok daha radikal bir lâiklik anlayışı benimsenmiştir; o ülkelerin çoğunda lâiklik anlayışı bugün de hayli serttir... Buna karşılık, reforme edilmiş bir din anlayışının hüküm sürdüğü Protestan ülkelerde, lâiklik, daha çok din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olarak kabul edilir.

Bizde sorun, toplumun, Katolik de Protestan da olmayan bir dine bağlılık hissetmesinden kaynaklanıyor. İslâm Dünyası'nın belki 'tek' lâik ülkesi değiliz, ama 'ilk' lâik ülkesi olduğumuz kesin. İlkeyi Katolik bir ülke olan Fransa'dan aldık biz. Tâkibeden yıllar boyunca onu kendi toplumsal yapımıza göre uyarlayamadığımız için, hem kendi uygulamalarımızda sorunlar yaşıyoruz, hem de hep kullanılan 'başkalarına örnek olma' iddiasını bir türlü hayata geçiremiyoruz.

Din bireyin doğumdan ölüme kadar bütün hayatını kurallara bağlamış olabilir. Tuvalete girip çıkarken hangi ayağımı önce atacağım devleti ilgilendiren bir ayrıntı değildir zaten... Din, sözgelimi kadınlara baş örtmeyi emretmişse, bu konuda her kadını zorlayıcı bir yasa çıkartmayı lâik devlet elbette düşünemez. Bir müslüman kadınla müslüman olmayan bir erkeğin evliliğine izin vermemek de lâik devletin harcı olamaz. Ancak, bir devlet lâik ise, uyruğu olan bireylerin, kamu düzenini bozmadan, inancına uygun yaşayabilmesi de gerekir...

Türkiye'de sorun da bu noktada düğümleniyor: 'Dinî inanç' gerekçesini kullanarak bütün kadınların başının örtülmesini veya müslüman kadınların müslüman olmayan erkeklerle evliliğinin onaylanmamasını isteyen yok; istenilseydi, bunlar 'lâikliğe aykırı' talepler olurdu. Ancak, kendi inancı gereği kiminle evleneceğine veya nasıl giyineceğine her bireyin kendisi karar verebilmelidir; lâiklik bunu engelleyici bir kural değildir çünkü. Devlet, temel niteliklerine uygun bir kamu düzeni oluşturur ve bunun sağlıklı işlemesini sağlar; ancak bireysel hakları da teminat altına alması gerektiğini unutmadan...

İsviçre'den mülhem Medeni Kanunu yarım asır kullandıktan sonra bugüne uyarladık; lâiklik anlayışı ve uygulamalarını da bugün geldiğimiz seviyeye uyum sağlayacak şekilde neden elden geçirmeyelim? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, bizimle ilgili kararlarıyla, bunu bizden talep etmiş olmuyor mu?

Habire tartışıyoruz lâikliği, ama bir milim mesafe almıyoruz. Galiba biraz daha zihin açıklığına ihtiyacımız var.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi