T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Eli sopalı gazeteci...

Kendisi hakkında konuştuğum zaman sinirleniyor; sağa sola telefon açıp "O beğenmiyor ama, ben ne kadar iyi bir çevirmenim oysa, bir sürü ödülüm, plaketim, bilmem neyim var" filan diyor.

Hiçbir zaman "beğenmiyorum" demedim...

Sadece Elsa'yı kötü çevirdiğini söyledim. Daha iyi olabilirdi yani. Metnin orijinalini bilmediğim için, elbette Okay Gönensin'in Türkçesi üzerinden, kendi dil beğenim çerçevesinde hüküm verebilirdim. Tamamen öznel...

Düzgün ve temiz anlatıyor, dil yanlışı yapmıyor, tamam da, öyle ışıl ışıl bir Türkçesi yok. Bir Avi Pardo değil mesela. İlknur Özdemir kadar yaratıcı da değil. Metne Türkçenin tüm cilvelerini katan Aslı Biçen hiç değil.

Hadi, onu rahatlatacaksa söyleyeyim, Tahsin Yücel'den iyi.

Her defasında bu Tahsin Yücel meselesini ve Simenon'a ettiği kötülükleri yazmak istediğimi söylüyorum ama, kısmet olmuyor. "Bir çeviri nasıl olmamalıdır" ve "Türkçe nasıl katledilir"e örnek teşkil edecek ünlü Simenon çevirisiyle ilgili düşüncelerimi, araya Okay Gönensin girdiği için başka sefere erteliyorum.

Hayır, konumuz Okay'ın çevirmenliği değil.

Keşke aslında edebiyatı, çeviri sorunlarını, "polisiye"yi filan konuşsabilseydik. Üstelik, bir çok ortak özelliğimiz var. İkimiz de edebiyatı seviyoruz. İkimiz de polisiye tutkunuyuz. İkimiz de Le Carre'yi "okumuş gibi" yapıyoruz... İkimizde de benzeri bir halet: Sinik, korkak ve rahatına düşkün insanlarız.

Ayrıldığımız nokta şu: Okay Gönensin anlamadığı, kavrayamadığı konularda da yorum yapıyor, hükümler veriyor. Bu konuda cesur.

Tabii, bir kavramsallaştırma (anlama) sorunu da var.

Mesela, bir yazısında, "Sivil siyasiler ülkeyi kötü yönettikleri için, 'askerî siyasiler' duruma el koymak zorunda kalmışlardır ve MGK doğmuştur" mealinde şeyler söylüyordu... Sanki sistemdeki araz, yani "demokrasisizlik", sadece "sivil siyasilerin yönetme eksikliği"nden kaynaklanıyormuş gibi.

Sivil siyasiler, askerî siyasileri ikna etmeliymiş ki, demokraside zırt pırt kesinti olmasınmış.... Meseleye bu düzeyde, daha doğrusu bu "sığlıkta" bakan bir arkadaşımız. (Hadi "askerî siyasiler" ve "kimler rüşt ispat etmek zorundadır" bahsine hiç girmeyelim. Mahçup olmasın...)

Dünkü yazısında da, bir sivil siyasi olan Başbakan Erdoğan'a aba altından sopa gösteriyordu: Birilerinin Başbakan'a defalarca yaşanmış ve "sonucu hiç değişmemiş bir gerçeği" anlatması gerekiyormuş. Basınla topyekûn savaşa girişen hiçbir siyasinin bu savaştan galip çıkması mümkün olmamışmış... Üstelik böyle bir savaş açmak, sıkıntı ve zaafın itirafı olarak görülürmüş...

Konu, tahmin ettiğiniz üzere, Başbakan'la medya arasındaki söz düellosu. Hani, Başbakan Erdoğan, "Hortumları kesildiği için bana savaş açtılar; kimlerin hangi istekle geldiğini yakında açıklayacağım" demişti ya... Okay bu sözlere alınmış.

Hemen söyleyeyim: Erdoğan'ın sözlerini kişisel olarak tasvip etmiyorum. Bu savaştan mağlup ayrılacağı için değil, böyle bir savaşa gerek olmadığını düşündüğüm için tasvip etmiyorum.

Evet, Okay'ın da altını çizdiği gibi, bazı siyasiler, Menderes'inden Özal'ına, Özal'ından Çiller'ine, medyaya açtıkları savaşı kaybetmişlerdir, Erdoğan'ın da bu yola girmemesi tavsiye olunur...

İyi de, siyasilerin bu konudaki "cehaleti", sürekli darbelerle iş tutan, sürekli güç merkezlerine reverans yapan medya çoğunluğunun haklı olduğunu mu gösteriyor?

Medya sütten çıkma ak kaşık mıdır?

Bu kadar ihaleci, bu kadar porno yayın hükümlüsü, bu kadar banka soyguncusu, bu kadar canlı hayvan kaçakçısı, bu kadar hırdavat tekeli, bu kadar petrol tröstü, bu kadar darbeci bir başka meslek grubundan mı?

Mesela, Önce BDDK Başkanı'nı manşet yapıp bir güzel yıkayıp yağlıyorlar, sonra kardeş gazetenin genel yayın yönetmenini eline 500 milyon dolarlık çek tutuşturup BDDK Başkanı'na yolluyorlar... Maksat "kelepir" gazeteyi (Sabah'ı) ölü eşek fiyatına kapatmak...

Bence Okay kafayı "sivil siyasilere" değil, elindeki televizyon ve gazeteleri yasa uygulayıcının önünde korkutucu bir kalkan olarak kullanan medya patronlarına, ihalecilere, darbecilere, andıç yazarlarına, gül gibi sivil gazeteyi (Yeni Yüzyıl'ı) karargahın resmi haber bütenine dönüştüren "sivil meslektaşlarına" takmalı.

O zaman söylediklerinin bir saygınlığı olur...

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi