T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Davut DURSUN

Türkiye dönüşürken dönüşüme karşı durulur mu?

Türkiye'nin son yıllarda giderek hızlanan bir dönüşüm süreci yaşadığını anlamak için uzman bir gözlemci olmaya gerek yok. Olup bitenlere karşı duyulan basit bir merak ve gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirebilme gayreti bizi yaşanan dönüşüm gerçeğiyle tanıştıracaktır.

Dönüşümün sorunsuz yaşandığını söylemek mümkün değil. Belki de yaşadığımız çeşitli sıkıntılar ve gerginlikler yaşanan dönüşüm sürecindeki alt üst oluşların yol açtığı sarsıntılardır.

Sanıyorum özellikle seksenli yıllardan bu yana yaşanan dönüşüm ve değişimin iki dinamik faktörü var. Biri iç toplumsal dinamikler diğeri ise dış dünyada meydana gelen gelişmelerle birlikte öne geçen ve gelişmelerde etkili olan yeni faktörler.

Dış dünyada meydana gelen gelişmeleri "küreselleşme" kavramı ile ifade ediyorsak da aslında küreselleşme son derece kompleks, karmaşık ve çok yönlü bir oluşuma işaret ediyor.

Artık geçen yüzyılın başlarındaki birbirinden ulusal sınırlarla ayrılmış ulus-devletlerin oluşturdukları ve aralarında ilişkilerin sınırlı seviyede olduğu, kompartmanlara bölünmüş, "tam bağımsızlık" tezleriyle birbiriyle ilişkileri sınırlı bir dünya yok. Sınırlar gevşemiş, bağımsızlık konsepti yeni anlam kazanmış, ilişkiler her alanda daha da artmış ve karşılıklı etkilenmeler azami seviyeye yükselmiş bir yeni dünya ile karşı karşıyayız. Bütün bu gelişmelerin toplumların mevcut yapıları üzerinde dönüştürücü bir etkide bulunması gayet normaldir.

Diğer yandan iç toplumsal faktörlerde de önemli değişiklikler yaşanmaktadır. Mesela köylü nüfus hızla kent merkezlerine akıyor ve bu süreçte kentler hem nüfus olarak büyüyor, hem de mekansal organizasyonları değişiklik geçiriyor. Gecekondu sorunu böyle bir sürecin ürünü olmuştur. 1950'li yıllara kadar Türkiye'de bir gecekondu yok, çünkü bu yıllara kadar köylerden kentlere göç yoktur. Ne zaman ki sanayileşme başladı ve şehir kenarlarında sanayi tesisleri kuruldu ihtiyaç duyulan işgücünü temin için köylerden kentlere göç de ortaya çıktı.

Sanayileşme/kentleşme süreci öylesine önemli bir dinamiktir ki toplumların bütün organizasyonlarını baştan aşağı değiştiren ve yeniden örgütlenmek mecburiyetinde bırakan bir süreç olmuştur. Mesela yerel yönetimlerin öneminin öne çıkması ve bu amaçla yerel yönetim reformlarının tartışılmaya başlanması böyle bir sürecin ürünü olmuştur. Kentlere yığılan kalabalıkların ihtiyaç duyduğu her türlü ihtiyacın karşılanması, idare ve siyaset üzerinde bir baskı oluşturmuştur. Kooperatifçilik ve toplu konut organizasyonları bunun bir ürünüdür.

Diğer taraftan toplumun eğitim düzeyinin yükselmesi, sosyoekonomik imkanların artması, refah düzeyindeki sıçrama, en önemlisi bilgi teknolojilerini kullanmadaki yüksek seviye toplumsal dönüşüm üzerinde ciddi bir baskı yaratmaktadır.

Sadece bilgi teknolojileri olarak ifade edilen internet, bilgisayar, cep telefonu gibi yeni teknolojik ürünlerin kullanımında gözlenen kullanma sıklığındaki artış, kurulu düzenlerin zeminine ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Şehirlerarası telefon görüşmeleri için saatlerce beklemenin gerektiği, telefonun başında hattın bağlanması için heyecanlı dakikaların yaşandığı, santraldeki görevlinin himmeti için olmadık yalvarmaların yaşandığı günler çok eskilerde değil. Ama bunlardan bugün söz etsek acaba kim inanır? Bugün herkesin cebindeki telefondan dünyanın her yanına ulaşması mümkün. Bu ne büyük bir gelişmedir!

Yine internetin insanlara sağladığı müthiş hareketlilik ve özgürlüğün kurulu düzenler üzerinde yaptığı dönüştürücü baskıyı hiç düşündük mü?

Nerede ise bütün süreçlerde ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşanırken toplumların idari ve siyasi organizasyonların hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi mümkün mü? İşte temel sorun burada. İdari ve siyasi statüko, belki de en son değişen ve dönüşen bir yapı sunuyor. Diğer toplumsal alanlar değişiyor ve bu değişimin idare ve siyasette yarattığı baskı sonucunda kurulu idari ve siyasi yapı da değişmek mecburiyetinde kalıyor.

Türkiye'nin yaşadığı sıkıntı biraz bununla ilgili. bilgi teknolojileri değişiyor, dış dünya değişiyor, toplumsal sektörlerde ciddi değişmeler yaşanıyor, toplum alt üst oluyor ama idare ve siyasette değişim yavaş gidiyor. Toplum yapısı değişiyor, yasama organı değişiyor, hükümet değişiyor, ancak bazı kesimlerce Cumhurbaşkanlığı makamı değişmeksizin olduğu gibi devam etsin isteniyor, bu mümkün mü?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi